Hemen herkese olur: "Ben bu anı daha önce yaşamıştım" dersiniz. Dersiniz ama tam olarak da bilemezsiniz; nerede, ne zaman, kimle? Bu garip hisse Frenkler "Deja Vu" diyorlar.
Benim yaşadığım olayda ise her şey apaçıktı.
Berlin'in köhne Tegel Havaalanı'ndan şoförü Türk olan bir taksiye bineceğimizi ummuştum. Çünkü sektörde bizimkiler çoğunluğu oluşturuyor.
Olmadı. Adam İranlı çıktı. Şirin ve konuşkan bir adam. Tek sorun birkaç kelime haricinde İngilizce veya Türkçe bilmemesi...
Bize uygun radyo istasyonu aradı. Önce "her şey dahilci" bir tatil köyünde, gündüz garson, gece animatör olarak çalışanların söyleyeceği türden Alman pop parçaları çalan bir kanal buldu.
Baktı ki ingilenmiyoruz, bu kez Türkçe bir kanala geçti. (Mehmet Erdem, 'Hakim Bey'i söylüyor... Diğerinden çok daha iyi...) Sonra bildiği Türkçe kelimeleri saydı: "Baklava, ekmek, çay... Seni seviyorum..."
Doğu Almanya ile Batı Almanya birleşmeden çok önce... Sosyalist Almanya tarafından, Alexander Meydanı'na dikilen, "Sovyet" mimarisi tarzındaki televizyon kulesi gözüktüğü anda radyoda haberler başladı.
Önce Almanca haberler okunuyordu. Bu haberleri sanırım kanalda düzenlemiyor; hazır alıyorlar. Çünkü bambaşka bir Almancaydı... Bizim (eski) TRT spikerleri gibi: Resmi, otoriter ve aksansız. Her kelime net biçimde anlaşılmak zorunda.
Ben Almanca bilmesem de ilk haber olarak neyin okunduğunu kulağıma çalınan seslerden anladım: Türkay...
İstanbul... Galatasaray... Demostrasyon.... Protest... Polis... Gas....
O arada sözünü ettiğim kulenin yakınındaki otele geldik. İşlemler. Odaya çıktık. Bavulları bırakıp indik... Lobiye girdiğimiz an gördüm. Aynı altı ay öncesi gibi...
"Berliner Zeitung" gazetesinin ilk sayfası... Atatürk ve Başbakan Erdoğan'ın fotoğraflarını basmışlar. Üstüne de "Sultan Erdogan" diye yazmışlar.
Yerel gazetede bile
Altı ay önce de böyle olmuştu. Belki hatırlarsınız, anlatmıştım. 3 Haziran sabahı kahvaltı için aşağıya inmiştik ki ne görelim: Gezi Parkı olayları ünlü Washington Post'un birinci sayfasında... Hem de protestocuları kahramanlaştıran kamyon kadar bir fotoğrafla... "ABD yönetiminde, bizim hükümete karşı hoşnutsuzluk var galiba" diye düşünmüştüm.
Şimdi başka bir kentte, başka dilde bir gazete vardı önümde ve o da Başbakan Erdoğan'a amiyane tabirle "çakıyordu".
Diyeceksiniz ki "Berliner Zeitung" gazetesinin ne önemi var? Haklısınız. Bunların önemi ve etkisi Washington Post ile kıyaslanamaz. Ama işte üç-dört yıl önce böyle başlıklar ortada yokken, artık olaylara eleştirel hatta nerdeyse düşmanca bakıyorlar.
Hani Başbakan Erdoğan iktidarının "yerli ve yabancı odakların saldırısı" altında olduğunu söylüyor ya... Bence haklı.
2007 seçimlerinde yoktu böyle şeyler... 2011 seçimlerinde ise bir miktar oldu. İngiliz "The Economist" dergisinde çıkan yorumları hatırlayın...
Mart sonunda yerel seçimler... Yaz sonunda cumhurbaşkanlığı seçimi... Ardından, bir ihtimal öne çekilecek olan, 2015 genel seçimleri...
Yani art arda seçimlerin olduğu bir döneme giriyoruz ve Batı medyasında, bizim hükümet hakkında olumlu tonda bir haberi mumla arıyoruz. Adeta sözleşmişcesine benzeri laflar ediyorlar.
Bu ortamda hükümetin işi çok zor. Bir yanda iki seçmenden birinin oyunu alarak sağlanan olağanüstü bir demokratik meşruiyet var... Diğer yanda eleştiri yağmuru...
Başbakan Erdoğan gerçekten büyük siyasetçi: Askere siyasetten el çektirdi... 29 yıldır süren Kürt-PKK sorununu barış sürecine soktu... "Eller Ay'a, biz yaya" diyen, Batı ile asla aşık atamayacağımıza inanan insanlarımıza büyük bir özgüven aşıladı.
Şu anda yaşadığımız sorunların da üstesinden gelecektir. Benim gönlümde elbette bunu daha fazla demokrasi, daha fazla adalet hamleleriyle yapması var.
Ancak siyasetin mantığı farklıdır. Bazen hedefe ulaşmak için uzun yolu kullanmak gerekir.