Amsterdam'daydık... Bir arkadaş pizzaları çok lezzetli olan bir İtalyan lokantası önermişti... Bir cumartesi günü saat üç sularında sokak arasındaki lokantayı bulduk...
Işık yanıyordu ama kapı kilitliydi... Pencereden içeri baktık... Birileri vardı... Camı tıklattık...
Kapı açıldı... Önlüğünden aşçı (veya aşçı yardımcısı) olduğunu tahmin ettiğimiz bir adam çıktı... Aşçıya, İngilizce, "Lokanta açık değil mi" diye sorduk...
Aşçı, Hollandaca bir şeyler söyledi. El hareketinden, "bekleyin" dediğini anladık. Ve çok şaşırdık.
Başka birisi gelip beşte açacaklarını söyledi. Talihimize küstük. Başka bir yer aradık.
Sorun bakalım: "Aşçı sizi niye şaşırttı?" Çünkü üç gündür Amsterdam'daydık... O ana kadar vatmanından, müze müstahdemine; pazarcısından dilencisine bir sürü insanla konuşmuştuk.
Hepsi İngilizce biliyordu!
Kimi mükemmel biçimde, kimi daha az biliyordu... Ancak istisnasız hepsi meramını gayet iyi anlatıyordu.
İşte bu yüzden şaşırdık: Aşçı İngilizce bilmiyordu. Hayret.
Türkçeleri de nanay
Amsterdam'ın sıradan sakinleri bile tıkır tıkır İngilizce konuşurken... Nasıl oluyor da yıllar boyu İngilizce ders gören Türkler bunu beceremiyor?
Kimse bana Hollandalıların Türklerden daha zeki veya dil öğrenmeye daha yatkın olduğunu söylemesin. Hiçbir "milli değer", aradaki İngilizce uçurumunu açıklayamaz. Hatta daha da ileri bir şey söyleyeyim: Gençlerimiz okullardan Türkçenin kurallarını öğrenmeden mezun oluyor.
Yani İngilizceyi geçtim... Çocuklarımıza kendi dilimizi dahi öğretemiyoruz. Dükkânlara asılan tabelalarda mi'nin ("Bizimle çalışmak ister misiniz?") ayrı yazıldığına şahit olduğumuz nadir anlarda sevinçten gözlerimiz yaşarıyor.
2x3 ayda süper İngilizce
Bence aradaki fark yöntemden kaynaklanıyor. Bizim yabancı dili öğretme yöntemimiz yanlış. Fevkalade verimsiz... Keçiboynuzundan farkı yok: Yüzlerce saat derse giren öğrenci; beş cümle ya kuruyor, ya kuramıyor.
Nedeni yeteneksizlik değil elbette. Kapalıçarşı, gündelik hayatta öğrendiği üç-dört yabancı dille gayet güzel satış yapabilen gençlerle dolu...
Yönetim ve kişisel gelişim uzmanı Melih Arat'ın verdiği örneği unutamam:
"Oğlum Sanat, iki yazı ABD'de geçirdi; 12 yaşındaki çocuk kendini İngilizce ifade etmekle kalmıyor; altyazısız bir şekilde İngilizce film izleyebiliyor..."
Bu cümleyi, "Bütün çocuklarımızı yabancı dil için ABD'ye veya Almanya'ya gönderelim" demek için alıntılamadım. Anlatmak istediğim şu: Bu iş aslında çok da zor değil.
Yeter ki yöntem doğru olsun.
Not: Yukarıdaki satırları yazarken bir öğretmen arkadaş aradı. "Sınıfta kalmak kaldırıldı. Öğrenciye 'Divanı Hümayun nedir' diye ödev veriyorum. Önüme Google'dan kopyaladığı yazıyı getiriyor" dedi.
Şöyle cevap verdim: "Ben de olsam, aynısını yapardım." Öğretmen Google'ı yok sayarak ödev verirse; tabii ki böyle olur.