Yunanistan'ın Midilli adasında bir hafta geçirdik. Erossos, Vatera ve Plomari kıyılarından denize girdik. (Deniz çok dalgalı olduğu için, kaldığımız kasaba Petra'dan girmek mümkün olmadı. Ama zaten diğerine kıyasla Petra'nın plajı biraz zayıftır.)
Hepsinin ortak noktası kumsalların halka açık olmasıydı. (Hırvatistan'da da aynı...) Havlunu ve mayonu al git; istediğin yerde güneşlen, denize gir. Para ödemiyorsun.
"Peki denizden çıkınca ne olacak?" Sorun değil. Üç plajda da duşlar ve üst değiştirme kabinleri vardı.
Eğer... "Şezlong olsun, şemsiyenin altında oturayım veya uyuklayayım" diyorsanız... Çevredeki lokanta ve büfelerin koyduğu şemsiyeli şezlonglara geçebilirsiniz...
Bu durumda ne mi ödeyeceksiniz? Sadece içecek bir şeyler ısmarlamanız yetiyor... Biz beş kişi; iki su, iki kola, bir de bira istedik Plomari'nin Isidoros plajında...
Bu beş şişeyi, içi buz dolu iki kovada getirdi az ötedeki lokantanın garsonu. Biz buz kovalarını görünce, gözümüzün önüne Türkiye geldi: "Herhalde kazık atacaklar ki içecekleri böyle afili biçimde getiriyorlar" dedik birbirimize.
"How much" diye sorduk delikanlıya... "Ten euro" demez mi? Yani sadece 25 TL. Küçük dilimizi yutuyorduk.
Sonra ikinci aşamaya geçtik: Herhalde saat başı "Ne içersiniz... Başka ne istersiniz" diye başımıza ekşiyecekler diye düşündük... Onda da yanıldık. Ne gelen oldu, ne giden.
Lezbiyen şairin memleketi
Yemek yediğimizde de durum değişmedi: Mesele lezbiyen şair Safo'nun memleketi olan Erossos'ta bir lokantaya oturduk saat on bir sularında.
Yedik, içtik... Arada lokantanın yanından iki basamakla kumsala indik. Hop diye pırıl pırıl sulara daldık. Çıkınca dağdan inen serin suyla duş aldık...
Kabin vardı ama arada mayomuzu değiştirmek için lokantanın tuvaletini kullandık. Temiz tuvaleti (daha doğrusu el yıkama bölümünü) kumlu ayaklarımızla biraz kirlettik. Bir saat sonra tekrar gittiğimizde yerleri süpürmüşlerdi.
Böylece gün geçti. Beş kişi dünyayı yedik: Üstünde koskoca bir beyaz peynir dilimiyle gelen çoban salatalar... Musakkalar... Ahtapotlar... Sahanda (saganaki) karidesler... Sular, kolalar, biralar, uzolar...
Akşam altı sularında, yani geldikten yedi saat sonra, hesabı istedik: 100 euro geldi. Yani 250 TL ediyor: Kişi başı 50 TL.
Ve geldik Türkiye'ye
Bunları niye anlattım biliyor musunuz? Milliyet gazetesinde dün yayınlanan bir haberden dolayı: Yerli ve yabancı turistler, Antalya'nın Olimpos plajına girmek için TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) adına kesilen bilete 5 TL ödüyormuş.
Niye? "Efendim burası antik alan!"
Bitmedi: Bilet parası veriyorsunuz da, karşılığında ne alıyorsunuz? Mesela duş var mı? Yok! Tuvalet? Yok! Üst değiştirme kabini? Yok!
Karşılığında hiçbir hizmet sunmadan para kesmek, herhalde Türkiye'ye özgü bir uygulama. (Uygulama yerine rezalet veya skandal derseniz; itirazım olmaz.)
Deli Dumrul'un torunlarıyız biz: Geçenden de para alıyoruz, geçmeyen den de...
Kıssadan hisse: Vizeye para verseniz de, Yunanistan'da tatil yapmak inanın daha ucuz.