Son yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında çeşitli meseleler ele alınmış. Bunlar arasında 'Gıda Güvenliği' de varmış. Hatta bu konu tartışılacağı sırada, kurulun daimi üyesi olmayan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker de toplantıya girip diğer üyeleri bilgilendirmiş.
Bir ahbabım, "Yok artık! Gıdayı bile bir güvenlik meselesi haline getirdiler..." diye yakındı bunu duyduğunda...
İlk bakışta haksız değildi: Çünkü güvenlikçi politikalar hangi alana girse, orada demokrasi ve özgürlükler zedeleniyor. Muhalefet, 'iç düşman'; eleştiri ise 'yıkıcı faaliyet' haline geliyor. (Bakınız: Gezi Parkı Olaylarının yönetim tarafından değerlendiriliş şekli...)
Ancak 'gıda güvenliği' dendiği anda bir parantez açmak gerekiyor... Olay o kadar da basit değil.
Geçen gün, Amerikan-Türk İlişkileri Konferansı'nda öğrendiğim veriler içinde en önemlisinden burada söz etmiştim. (Yeni Zenginler Topraktan Çıkacak, 29 Haziran)
Orada öğrendiğim en önemli veri... Önümüzdeki 17 yılda... Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, orta sınıfın ortalama yüzde 88 büyüyeceğiydi. (Gelişmiş ülkelerin orta sınıfı ise ancak yüzde 9 büyüyecekti.)
Esas olarak tarım oturumlarını izlediğim konferansta öğrendiğim en önemli kavram ise Gıda Güvenliği idi.
Ben de o ahbabım gibi bu kavramı hiç duymamıştım Washington'a gidene kadar... Nedeni basit: Tarım meseleleri ilgi alanıma girmiyordu.
"Köylülük tasfiye olsun, yerini piyasa için üretim yapan çiftçiler alsın, bana yeter..." diye düşünüyordum. Çünkü köylülük, demokrasi ve özgürlükler için başta gelen "sınıfsal" tehlikedir.
Açlık isyanları çıkabilir
Ancak olay bununla bitmiyor...
Ahbabımın sandığının aksine, Gıda Güvenliği kavramının bildiğimiz (askeri) güvenlikle dolaylı bir ilişkisi var.
Gıda Güvenliği, su da dahil, gıdanın bulunabilir, erişilebilir ve yararlanılabilir olmasını anlatan bir kavram.
Çevrenizde çeşitli gıda maddeleri varsa... Siz de bunları edinecek maddi imkâna sahipseniz... Ve bunları satın alıp sağlıklı biçimde karnınızı doyurabiliyorsanız; gıda açısından güvendesiniz demektir.
"Türkiye'de kimse açlıktan ölmüyor" demeyin... Cumartesi günkü yazıda da anlatmaya çalıştım: Orta sınıfın büyümesi, gıda talebinin ve fiyatının artmasını beraberinde getirecek.
Talebi karşılamak üzere yeni toprakları tarıma açabiliriz elbette... Ama Türkiye bu açıdan hiç de zengin bir ülke değil. Dünyada yeni ekilebilir araziler Afrika'da Sahra Çölü'nün güneyinde, ABD'de, Rusya'da, Latin Amerika'da...
O halde... Tarım sektörünü teknoloji ve bilgiyle donatarak üretkenliği artırmamız gerekiyor. Yapmazsak ne olur?
Yoksullar ve alt-orta sınıf yarın öbür gün gıda fiyatları yüzünden 'açlık isyanları' başlattığında ne olacağını görürüz!
'Niyet okuması yaparak', samimiyet arayışına mı çıktınız? O halde George Bernard Shaw'a kulak verin:
"Hiçbir sevgi, yemek sevgisi kadar samimi değildir."