Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Erhan Erol ile birlikteydim dün. Kentsel dönüşüm projeleriyle ilgili önemli şeyler öğrendim. (Bunları daha sonra yazacağım.)
Sohbet esnasında aynı zamanda hekim olan Başkan'a, "Buralarda yeşil az" dedim ve cıvıl cıvıl olan ama pek az ağacı bulunan Bağlarbaşı Caddesi'ni örnek verdim.
Bunun üzerine... Hani "bir söyle, bin ah işit" denir ya... İşte tam öyle bir durumla karşılaştım. Başkan Erhan Erol özetle şöyle dedi:
Her kentin, hatta her ilçenin yeşille ilişkisi farklı. Mesela Bayrampaşa'da çok sayıda yeni göçmen yaşıyor. Bu vatandaşlarımızın geldiği yerde bahçeleri vardı. Bahçelerinde tavukları, köpekleri, meyve ağaçları bulunuyordu.
Ama burada yaşamaya başlayınca ilişki değişiyor: Parkları, halı dövecekleri, yatak havalandıracakları bir boşluk olarak görüyorlar.
Parkta çıkar mücadelesi
Herkes çevresinde bir park olsun istiyor ama bir şartla: Evinin yanında olmayacak!
Park yapmışız, banklar koymuşuz... Ama mahalle sakinleri "Burayı değiştir" diye bastırıyorlar. Niye?
Biri diyor ki "Geceleri serseriler geliyor, parkı ışıklandır..." Bir başkası karşı çıkıyor: "Sakın yapma, ben ışık yüzünden uyuyamam..." Kadın diyor ki "Benim çocuklarım var; salıncak isterim..." Yaşlı adam diyor ki "Olmaz, çocuklar gürültü yapar, akşama kadar onları mı çekeceğim?"
Peki, çıkarların çatıştığı böyle bir ortamda ne yapmalı? Başkan'ın çözümü şöyle:
Mahalle arasına küçük parklar yapmak yerine... Farklı semtlerden insanların kullanabileceği, büyük parklar düzenlememiz gerekiyor. Çok sayıda insanın spor yapacağı, eğleneceği, dinleneceği, icabında konserler düzenlenen geniş parklar...
Taksim'e nasıl düşünmeli?
Aklımda sürekli Taksim meselesi olduğu için Başkan'ın söylediklerini o bağlamda da dinledim.
Mesela New York bir beton ve asfalt yığınıdır. Ama devasa bir "Central Park" vardır ki muhteşemdir. Küçük parklar azdır ama orta boy parklar da vardır.
Ya otel ve alışveriş merkezi yapılmak istenen... Bu yüzden de tartışmalara, hatta kavgalara yol Taksim Gezi Parkı? Onu nasıl ele almalıyız?
Bu konuda laf üreten insanlara kulak verebilmem için bir şartım var: Meydandaki The Marmara Oteli'nin en üst katına çıkıp, çevreye bakmış olmak.
Sen önce dediğimi yap!
Bakanın göreceği manzara şu:
Kendisini bir beton okyanusunun ortasında bulacak. Göz alabildiğine bir yapılaşma... Bu yapılar arasından, diken gibi fırlamış yüksek binalar...
Sonra aşağıya bakacak... Gezi Parkı'nı görecek... Ve işte o anda içinde bir ferahlık hissedecek. "Oh ya, nihayet toprak, nihayet yeşil alan..." diyecek.
Ondan sonra da aklına, o yeşil alanı yok edecek olan kışla taklitçisi otel ve alışveriş merkezi gelecek. Bir anda yüzü buruşacak; kendini kıstırılmış hissedecek.
Bana inanmayan otelin tepesine çıkıp baksın. Bu dediklerimi hissetmeyen; buyursun parkı da betonlaştırsın.