Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Letonya-Litvanya ziyaretleri pazartesi başladı. Sıcak ve güneşli Ankara'dan sonra, Letonya'nın karla kaplı başkenti Riga'ya inmek 1 Nisan şakası gibiydi.
Gül basın toplantısını, kaldığımız otelin 27'nci katındaki küçük salonda yaptı: Önce niye iki buçuk milyon nüfuslu bu küçük Baltık ülkesinde olduğumuzu anlattı. "Tarih, ekonomi, siyaset" derken en ilginç ayrıntılardan biri şuydu...
İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan başlayıp 1991'de dağılmasına kadar süren Sovyetler Birliği işgalini Türkiye tanımamıştı. Yani Türkiye için bu ülkelerin bağımsızlığı o dönemde sürmüştü!
Bir de 2006'da NATO bünyesinde hava devriyesi olarak F-16 uçaklarıyla birlikte yolladığımız ikisi kadın dört pilot olayı var... Letonyalılar onu da unutmamış.
Cumhurbaşkanı bunları anlattıktan sonra soru-cevap bölümü başladı. Ve anında gazeteci arkadaşlar konuya damardan girdi:
Anayasa Komisyonu'nun çalışma süresi bittiğine ve ortada bir metin olmadığına göre Yeni Anayasa ne olacaktı? İşte özetle Gül'ün cevapları:
"Yeni bir Anayasa yapmak için şartlar var. Ama siyasi iklim hazırlanamadığı için tıkanma oldu."
"Anayasa Komisyonu'nda her siyasi partiden üç temsilcinin olması örnek bir davranıştır. Önemli bir fırsat bu; kaçırılmaması gerek. Bize dışarıdan bir şeylerin empoze edilmesine gerek yok. Türkiye, Batı standartlarında demokratik bir Anayasayı kendi partileriyle yapabilir."
"Çok canlı, hareketli bir toplumumuz var. Hukuki metinlerimiz niye bunun gerisinde kalsın? Kendi özgüvenimizle, inisiyatifimizle bunu başarabiliriz."
"Bu noktada süre değil, irade önemli. Zaman bulunur Yeni Anayasa için, yeter ki istek olsun." Cumhurbaşkanı bugünkü barış sürecinin farkını ise şöyle anlattı:
"Şimdiye kadar (İmralı ile) defalarca görüşülmüş. Ama ilk kez böyle aleni yapılıyor. Mektuplar gidip geliyor. 2010'daki Habur olayını hatırlayın: Yer gök yerinden oynamıştı. Bugün Hükümetin yaptıklarını olağanüstü şekilde takdir etmek gerekir."
Silah bırakılmazsa tekrar başlar
"Ve artık bu işin bitmesi gerek. Olay bir silahlı gücün (Kandil'e) çekilip orada beklemesi değil. Böyle bir şey olursa yabancı güçler bunu kullanır... Silah bırakılmazsa yine başlar ve daha da kötü olur. Onlar (PKK) için de daha kötü olur. Bu fırsat kaçırılırsa, ülkenin diğer meseleleri için de kötü olur."
"Yanlışta ısrar karşı tarafa güç verir. 'Sen illa da Türksün' demek yanlıştır. Ben Bizans'tan kalanları koruyorum da... Nüfusun bir kısmının varlığını ve haklarını diye reddedeyim?"
"Avrupa Yerel Yönetimler Şartı'na şerhler düşmüşüz ama zamanla bu şerhleri yine kendimiz bozmuşuz. Daha fazla yerel yetki vermek kopmaya değil, tam tersine insanların sistemi sahiplenmesine yol açar."
Abdullah Gül parlamenter sistem ve başkanlık sistemi tartışmalarına ilişkin şöyle dedi:
"Vazgeçilemez teklifler değil bunlar. Önemli olan sistemin kendisi değil, demokratik olup olmadığı... Denetleme ve denge var mı? Hukukun üstünlüğü sağlanmış mı? Son günlerin vatandaşlık tanımı üzerindeki çekişmeyi Gül şöyle yorumladı:
"Elimde 49 gelişmiş demokrasi üzerine çalışma var. Bunların çoğunda bir vatandaşlık tanımı bulunmuyor. Demek ki olmazsa olmaz bir şart değil bu."
İmparatorluk özgüveni gerek
Gül en ilginç yorumlarından birini Cumhurbaşkanlığı forsundaki "tarihteki 16 Türk devletini" simgeleyen yıldızlar hakkında yaptı. (Not: Öyle ya... Neticede bunlar Kürt devletleri değildi.)
"Biz imparatorluk refleksi ve özgüveniyle hareket edebiliriz. Sorunlarımızı kendi içimizde çözebiliriz. Kendimize deli gömleği giydirmeyelim..."
Gül, "Başta ana muhalefet partisi (CHP) olmak üzere, bütün partiler bu sürece katılmalı" dedikten sonra ekledi: "Çünkü katılmayanlar karşı çıkar."
Hatırlarsınız, cumartesi günkü yazıda, azınlıkların "doğal" haklarının, çoğunluğun onayına bırakılmaması gerektiğini yazmıştım.
Cumhurbaşkanı da bu noktaya geldi ve referandumdan söz etti. Sordum: "Ama referanduma bel bağlamak yanlış değil mi? Türk çoğunluk, Kürt azınlığın haklarını almasına karşı çıkarsa ne olacak?
Gül bu itiraza hak verdi: "Halkı referanduma hazırlamak gerekir... Burada üslup çok önemli. Eğer siyasiler halkı hazırlamazsa, sonuç 'çoğunluğun tahakkümü' olur."
Diğer konulardaki izlenimlere yarın devam ederiz...