TBMM bünyesindeki Milli Saraylar'ın hoş bir etkinliği var: Her ay, 'Saray Konferansları'nda bir uzman konuşuyor. Pazartesi günü Beşiktaş'taki Dolmabahçe Sanat Galerisi'nde tarihçi Edhem Eldem'i dinledim.
Prof. Eldem'in konusu "Osmanlı Hanedanı ve Modernlik" idi. Eldem, 1800'lerden, 1920'lere... Osmanlı'nın Avrupa'ya öykünmesini anlatırken genellikle göz ardı edilen bir noktanın altını çizdi: "Padişah ile Hanedanı birbirine karıştırmamak gerekir..."
Söz konusu dönemde padişahların çoğu, Avrupa'daki benzerleri gibi davranırken, aynısı Hanedan için geçerli değildi. Başta kadınlar olmak üzere, Hanedan mensupları geleneksel değerlere uymak zorundaydı.
Hanedanın da modernleşme anaforuna kapılması, önce İkinci Meşruiyet, sonra da Osmanoğullarının sürgün edilmesiyle olmuştu.
Asıl değinmek istediğim noktaya gelmeden önce şunu da belirteyim: "Eldemler", Osmanlı'dan Cumhuriyet'e, önemli simalar yetiştirmiş bir ailedir. Mesela Prof. Eldem'in büyük-büyük dedesi müzeciliğimizin kurucusu, ressam Osman Hamdi Beydir.
Prof. Eldem, Batı dillerinin yanı sıra, Osmanlıca da bildiği için arşivde çalışan tarihçilerdendir. Prof. Mete Tuncay hoca konuşmayı dinlemeye gelmişti diyeyim de; gerisini siz anlayın...
Laf anlatamazsınız!
Ancak başka yerlerde karşılaştığımız bir insan tipi, bu salonda da yerini almıştı. Kimdir bunlar?
Bir şeyler öğrenmek için değil... Kendi bildiklerini doğrulatmak üzere konferansa gelip... Hoşlanmadığı bilgiler karşısında, önce söylenmeye başlayıp, ardından gerilimini konuşmacıya yansıtanlar...
Kulağıma çalındı: Bir dinleyiciye arma ile tuğra arasındaki farkın anlatılması mümkün olmadı. "Yahu biri resim, öteki yazı; biri gruba ait, diğeri kişiye ait" denilmesi bile fayda etmedi. "Evet ama..." diyerek inadını sürdürdü.
Bu bakımdan "Osmanlı ve Modernlik" üzerine konuşma yapacaklara bir tavsiyede bulunmak isterim:
Modernleşme deyince ortalama Türkün gözünün önüne kılık kıyafeti ve davranışlarıyla özgürleşmiş kadın geliyor... Geldiği anda da tepki gösteriyor.
'Eyvah karıma-kızıma laf geçiremeyeceğim' korkusu, Türkün kafasında bir kere belirdikten sonra, artık ne anlatsanız boşuna... O andan itibaren zihni kısır döngüye giriyor:
"Ecdadımız iyiydi, bizi Avrupa bozdu... Ecdadımız iyiydi, bizi Avrupa bozdu... Ecdadımız iyiydi, bizi Avrupa bozdu..."
Böbürlenme çağı
Bu kadarla kalsa hadi neyse... Bir de terbiye sınırlarını zorlayarak diklenmeye başlıyor... Ona bir şeyler anlatmaya çabalayan konuşmacıyı cahil ve hatta fitneci ilan ediyor.
Bu abukluğa izin vermemek için... Meselenin kökeninde askeri yenilgiler olduğunu... Askeri modernleşmeyi, diplomasinin ve eğitimin takip ettiğini... İnsan ilişkilerinde, kılık kıyafette, simgelerde Avrupa'ya öykünmenin ise bu büyük yenileşme çabasının, deyim yerindeyse yan ürünleri olduğunu baştan söylemek gerek.
Konuşmacılar, Avrupa'nın küçümsendiği bir böbürlenme döneminden geçtiğimizi unutmamalı: Her ortam kendine uygun bitkilerin, dikenleriyle birlikte yetişmesine yol açar.