Yakın zamanlara kadar işler tıkırındaydı.
Siyasetçilerimiz ve yüksek bürokratlarımız, krizdeki Avrupalılara iktisadi öğütler veriyordu. Biz de gurur duyuyorduk.
Ama kapitalizmin gözü kör olsun. İstikrarlı olduğu tek alan var; o da istikrarsızlık. Dayanamaz; illa krize girecek...
İşte yine yapıyor yapacağını: Eskiden teğet geçtiği Türkiye'ye kafadan dalmaya hazırlanıyor.
Bu ortamda ürün ve hizmetlere zam yapmak, vergileri artırmak zorunlu hale geldi.
Çare yok, çekeceğiz...
Beni sinir eden ise bu işin yapılış şekli:
Hem yükün topluma dağılımı, hem de bu konuda üretilen laflar...
Bakın Enerji Bakanı Taner Yıldız ne demiş:
"Alkollü içeceğe zam yaparak bu yükü yalnızca içene mi yüklemek doğru olur, yoksa 75 milyon kişiye dağıtmak mı? Biz yükü 75 milyona dağıtmaktansa, kim neyi kullanıyorsa bedelini ödesin istiyoruz" dedi.
Bir dakika. Bu benim repliğim. Yükün dengeli dağıtılmasını talep eden benim. Ama zamlar ve vergi artırımları Taner Yıldız'ın dediği şekilde yapılmıyor ki... Bir tane örnek vereceğim... Yüksek öğretim, "Önce oku, sonra öde" sistemine sokulacağına... Daha yeni, üniversite harçları bile kaldırıldı. Halbuki hocalara ve diğer çalışanlara maaş veriyorsun... Binaları ısıtıyorsun...
Sürekli elektrik kullanıyorsun... Kütüphaneye kitap, dergi; laboratuara malzeme alıyorsun... Ve daha nice harcama...
Bütün bunların parası 75 milyonun verdiği vergilerden ödeniyor! Niye? Ankara'daki işadamı, Konya'daki çiftçi, Kocaeli'ndeki işçi, Antalya'daki küçük esnaf neden üniversiteliyi finanse ediyor?
Taner Yıldız örnek verdiği için şu alkollü içki konusuna da değineyim: Rakıya zam yaptığında ne oluyor biliyor musun? Müşteri restorana daha az gitmeye başlıyor.
Bunun üzerine lokantacı 10 garsonundan üçünü işten çıkarıyor, daha az domates, daha az et, daha az balık satın alıyor. Yani içkiyi pahalılaştırarak hem hizmet sektörüne, hem reel sektöre darbe indirmiş oluyorsun.
Biz Demirel'in zamlarını gördük. Çocuk değiliz, neyin ne olduğunu biliriz.