Geçen cuma Kemalistlerin dinle olan sorunlu ilişkisine değinmiştim. Yazının ana fikri şuydu: Kemalistler elbette dinden hoşlanmıyor, rahatsız oluyorlardı. Ancak dinin öneminin farkındaydılar. Diyanet İşleri aracılığıyla bilhassa Sünni İslam'ı kullanmaya çalıştılar.
Bu açıdan bakıldığında Kemalistlerle, mesela Sovyetler Birliği komünistleri arasında ciddi ayrımlar vardır. Komünistler ateizmi resmi devlet politikası haline getirdiler.
Bunları anlatırken, fikir versin diye "Mesela Said Nursi'yi öldürmediler" demiştim.
Tabii Nurcular hemen tepki verdi. Bana Said Nursi'nin nasıl defalarca zehirlendiğini ve zehirlenmeye çalışıldığını hatırlattılar.
Rutin dışına çıkarlar
Arkadaşlar! Kendimizi kandırmayalım: 1930'larda 10 binden fazla Dersimliyi kadın-çocuk-yaşlı demeden katleden bir devlet... Said Nursi ve bir avuç talebesinden mi çekinecek?
Eğer Atatürk'ten "yok edin" emri gelseydi, inanın Bediüzzaman'ın hiçbir şansı olmazdı. Zaten zehirle filan uğraşmazlar, kurşunu sıkarlardı.
Düşünün ki o yıllar tek parti dönemiydi. Aynı devlet 1990'larda... Yani demokrasinin ve hukukun az-çok işlediği bir dönemde, MGK kararıyla binlerce muhalif Kürt'ü sorgusuz sualsiz katletmiştir. (Cumhurbaşkanı Demirel'in "Devlet bazen rutin dışına çıkar" dediği olay.)
"Peki o zehirlemeler neydi" derseniz... Devletin içinde farklı klikler vardır. Bunların birbiriyle çelişen işler yaptığı, hatta birbirini zorda bırakacak tezgâhlar kurduğu çok görülmüştür.