Kimi, "insanın aslında ne olduğu içki masasında ortaya çıkar" der. Kimi ölçüt olarak seyahati kullanır. Kimi askerliği, kimi kumar masasını önemser.
İnsanın karakterini anlamaya yönelik bu formülün esası, gündelik olağan yaşamın dışına çıkılmasıdır.
"Askerlik", mahrumiyet yeridir. Hele bir de savaş varsa, sıradan hayat allak bullak olur...
"Kumar", kazanma hırsını kamçılayarak, insana olmadık işler yaptırabilir...
"Seyahat", alışkanlıklarımızı gerçekleştiremediğimiz için gerildiğimiz bir etkinliktir.
"İçki" bilinç dışımızdan ipuçları vererek, gizlemeye çalıştığımız yönlerimizin ortaya çıkmasına yol açabilir.
***
Bunlara herhalde doğal afetleri de ekleyebiliriz:
Deprem,
sel,
kasırga,
tsunami,
toprak kayması,
çığ gibi felaketler karşısında kişi ne yapıyor?
Paralize olup, eli ayağına mı dolaşıyor?
Yardım bekleyen yakınlarını dahi yüzüstü bırakarak kaçmaya mı çalışıyor?
Fırsat bu fırsat deyip kendine avantajlar mı sağlamaya kalkışıyor?
Yoksa dişini tırnağına takarak ulaşabildiği herkese yardım etmeye mi uğraşıyor?
***
Bütün bu saydıklarımız "kriz" anlarıdır. Alışılagelmiş toplumsal hayat allak bullak olur. Asayiş gevşer, hatta yok olur. Kıtlık baş gösterir.
Van-Erciş depremi hem birey, hem de toplum olarak bizi adeta karakter testine soktu.
Daha da ilginci: Sadece psikolojik karakterimiz değil, siyasi karakterimiz de ortaya çıktı.
Ben bu deprem olayının bazı yönlerini
Hrant Dink cinayetine benzetiyorum.
Hrant Dink faşist bir delikanlıya katlettirildiğinde, olayın pek umursanmayacağını sananlar olmuştu.
Ancak cenaze günü
100 bin kişi ellerinde
"Hepimiz Hrant'ız" pankartıyla yürüyünce, toplumun farklı düşündüğü anlaşıldı.
Bu gerçek karşısında en çok şaşıranlar ise
1915 katliamları nedeniyle Türkleri sevmeyen
diyaspora Ermenileri oldu.
Her fırsatta
"Gözünü kan bürümüş Türk" imgesini yaymaya çalışan Ermeni milliyetçiler, bu yürüyüşe anlam veremediler. Çünkü kelime dağarcıklarında
"İyiduyarlı- sevecen Türk" yoktu.
***
Belki de kendimi aldatıyorum ama... Ben
Kürt ulusalcıların deprem yardımları karşısında çok şaşırdığını sanıyorum...
Çünkü onların lügatinde bu durumu açıklayacak kelimeler bulunmuyor. Yıllardır
"kötü" Türklerin,
"iyi" Kürtleri ezdiğini, sömürdüğünü, dışladığını söylediler...
Kötü Türkler, Kürtlerin yaşadığı sorunlar karşısında hem duyarsız kalıyor, hem de Kürtleri aşağılıyordu...
Bugünkü ortamda, bu iddiaların kofluğu, çürüklüğü, zayıflığı artık apaçık ortaya çıktı:
"Türkler",
"kendine Türk diyenler" ya da
"PKK'nın Türk diyerek kötülediği insanlar"... Sadece çoğunluğu Kürt olan depremzedelere yardıma koşmakla kalmadı... İçlerindeki ırkçı-faşist damarı da susturmasını bildi; hem de şiddet kullanmadan!
Buna karşılık çeşitli konularda dilleri maşallah pabuç kadar olan
BDP'liler dut yemiş bülbüle döndü.
Yalnızca...
"Artık şiddet yoluyla bir yere varılamaz; silahlar sussun" dediği için örgüt tarafından sorguya çekilip, bir kenara itilen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Baydemir, sağduyunun sesi oldu...
Deprem, Kürt ulusalcıların ve onlara monte edilen yorgun ile yavşağın takkesini düşürdü: Halka
"yahu bunlar aslında kelmiş" dedirtti.
Özetle: Depremin yaptığı testi geçemediler. Ne ideolojileri yeterli oldu, ne de karakterleri...