Tony Blair'in saptamasını hiç unutmam: Madenlerle ilgili bir soruyu cevaplarken, "Tasarımdan kazandığımız gelir, madenlerden elde ettiğimizden daha fazla" demişti İngiltere'nin eski başbakanı..
Bence unutulmaz bir saptamaydı bu... Çünkü sanayi toplumundan gelen bizler, "maddi" üretime fazlasıyla önem veriyoruz.
Halbuki artık üretim kolaylaştı. Maliyetler düştü. Buna karşılık "yaratıcı" emeğin katkısı arttı. İşte Tony Blair bu gerçeğe vurgu yapıyor...
Peki, yaratıcı emeğe sahip insanlar nerede yetiştirilir? Elbette, esasen okullarda...
Ancak okulda teorileri anlatmak ya da oranları belletmek yetmez. "Bilgi", yaratıcılığın ancak altyapısını oluşturur.
Asıl önemlisi, o altyapı üzerine kuracağımız "hayal" kentleridir.
İşte bu da ancak sanat duygusuyla mümkündür. Sanat kavramı zihnine işlememiş olan bir kişi, başarılı bir tasarımcı, reklamcı ya da programcı olamaz.
O halde yapılması gereken belli: İnsanlarımızı sanatla daha çocukken tanıştırmalıyız.
Bunu becerebilirsek, büyüdüklerinde yapacakları üretime cazip tatlar katacaklardır.
***
Bu açıdan bakıldığında,
olumlu ve olumsuz gelişmeleri bir arada yaşıyoruz. Olumsuzu baştan söyleyeyim: Çocuklara sanatı benimsetecek kurum ve kuruluşlar ülkeye yayılmış değil. Esas olarak
İstanbul'da yoğunlaşmış durumdalar...
Öte yandan, çoğunluğu İstanbul'da olsa da, sanat merkezlerinin artması, çeşitlenmesi ve çocuklara da hizmet etmesi fevkalade önemli...
***
Özellikle iş dünyasının sanata el atması çok hoş oluşumlara yol açtı.
Borusan Holding bu eğilimi farklı bir kavrama uyarladı ve yönetim mekanını, "sanat alanı" haline getirdi. Şöyle:
Rumelihisarı'ndaki ünlü
Perili Köşk, pazartesiden cumaya şirkete hizmet veriyor. Çalışanlar görevlerini eserlerin arasında sürdürüyor.
Cumartesi ve pazar günleri ise binadaki eserler halka açılıyor.
Holdingin patronu
Ahmet Kocabıyık ile eşi
Zeynep Kocabıyık'ın çarpıcı bir çağdaş sanat eserleri koleksiyonuna sahip olduğunu duyardım. Ama görmemiştim...
Perili Köşk'ü dün gezdim ve çok etkilendim. Abartmıyorum: Bazı eserler aklımı başımdan aldı!
İmkanı olan mutlaka gitsin... Yok eğer, "
Çağdaş sanat bana hitap etmez" diyenlerdenseniz... Yine de gidin!
Çünkü...
1) Perili Köşk'ün olağanüstü manzarası yeter! Çıkın dokuzuncu kata ve Boğaz'la birlikte iki köprüyü birden seyredin. İnanılmaz!
2) Suratı asık çalışma ortamlarına mahkum olmadığımızı bizzat görün.
***
Söz sanattan açılmışken, bir-iki kelime de 13 Kasım'a kadar sürecek olan
İstanbul Bienali'nden söz edeyim...
2011 bizim şanslı yılımız: Eserleri ilk kez Bienal Direktörü
Bige Örer ve Medya İlişkileri Direktörü
Ayşe Bulutgil ile birlikte gezdik.
Bienal'de "
güncel sanat" eserleri öne çıkıyor. Kavramlarla ve teknolojiyle "oynayarak" yeni gerçeklikler yaratan "
çağdaş sanata" karşı... Güncel sanat bugünün siyasi ve toplumsal sorunlarına eğiliyor.
Örneğin Ürdün'de yaşayan Kuveyt doğumlu
Ala Younis,
12 bin 235 adet minicik plastik askerleri farklı renklere boyayarak
Ortadoğu ordularını temsil etmiş. Her "kurşun asker"
200 gerçek askere tekabül ediyor.
Sanatçı bizi bekleyen ölümü, hakiki silahlarla değil oyuncaklarla anlatıyor: Bizim ordu da dahil, bu minyatür savaş makinelerini kocaman bir masanın üzerinde gördüğünüzde ürperiyorsunuz.
Velhasıl, Bienal'deki birçok eser, ziyaretçilere, "
İnsanlık olarak hiç de 'doğru' bir dünyada yaşamıyoruz" dedirtiyor.