Komünist Blok, 1990'larda çöktü. Bunun sonuçlarından biri de Soğuk Savaş sistemi içinde bastırılan kimliklerin ortaya çıkışı oldu.
İnsanlar, artık sadece sınıfsal ya da bireysel özellikleriyle değil, etnik ve dini kimlikleriyle de toplumsal hayatta var olmak istemeye başladı.
Ancak bu gelişme sonucunda ortalık hiç de güllük gülistanlık olmadı.
Evet, doğru, geçmişe kıyasla, kimliklerden daha rahat söz edilebiliyordu artık... Ama aynı zamanda, bazı kimliklerin "ikinci sınıflaştırılmış" olduğu, aşağılandığı, küçümsendiği de apaçık ortaya çıktı bu süreçte. "Öteki" ve "ötekileştirme" kavramlarını işte böyle bir ortamda tartışıyoruz.
Peki kimdir "öteki"? Bir insan "öteki" olduğunu nasıl anlar? Toplum ne tür mesajlar verir bu konuda?
Erkam Tufan Aytav, "Türkiye'de Öteki Olmak" adlı kitabında işte bu ve benzeri soruların peşine düşmüş. (Mavi Ufuklar Yayınevi)
Yahudi olmayı Mario Levi'ye, Rum olmayı Yorgo Stefanopulos'a, Başörtülü olmayı Hilal Kaplan'a, Ermeni olmayı Arus Yumul'a, Süryani olmayı Zeki Basatemir'e, Kürt olmayı Altan Tan'a, Alevi olmayı Reha Çamuroğlu'na, Çingene olmayı Aydın Elbasan'a sormuş.
Çok ilginç gözlemler var söyleşilerde. Örneğin sosyoloji profesörü Arus Yumul, kurucu unsur olma sevdasından söz ediyor: "Kurtuluş Savaşı'na katıldığımıza göre biz de kurucu unsuruz" diyen Kürtler ve Aleviler...
Yumul soruyor: "Niye eşitliği değil de, illa kurucu unsurluğu talep ediyoruz?" (Cevap bence belli: Çünkü eşit değil, mümkün olduğunca üstün olmak istiyor herkes. Sistem hiyerarşikse, bu talep olağan oluyor.)
Reha Çamuroğlu ise Aleviliği anlatırken, Türk ve Sünni gibi "merkezi kimliklere" sahip kişilerin de sorun yaşadığını söylüyor.
"Onların da konjonktüre göre kendilerini ayarlamaları gerek" diyor Çamuroğlu. Örneğin yanlış zamanda ve yanlış dozda Türkçülük yaparsan, 1944'te olduğu gibi işkencede tırnağını sökerler!