Anayasa taslağıyla ilgili tartışmaları izlerken akıldan çıkartılmaması gereken bir durum var: Bu çekişme demokrasi ile bürokrasi arasında.
Her aşamada şunu sormak gerek: Söylenenler hangi tarafa yarıyor; demokrasiye mi, bürokrasiye mi?
Bu temel mesele, hukuki açıdan 1961 Anayasası ile başladı. Demokrat Parti dönemini (doğru ya da yanlış) tek parti diktatörlüğü diye niteleyenler, bir "denetleme sistemi" kurdu.
Ancak bu sisteminin özelliği şuydu: Halkın oyuyla iktidara gelenleri, yine toplum kökenli sivil-demokratik güçler değil, bürokrasi denetleyecekti.
1982 Anayasası ile bu kutuplaşma daha da güçlendirildi.
İşte görüyorsunuz: Yasamayı (Meclis'i) halkın oyları belirliyor... Yürütme de (Hükümet) zaten o Meclis'in bir fonksiyonu...
Buna karşılık Yargı (yani yüksek yargı), yüzde 99 oranında bürokrat kökenlilerden oluşuyor.
Örneğin Cumhurbaşkanı atama yaparken, bürokratlardan bürokrat beğenmek zorunda kalıyor.
Bu durum değiştirilmeye çalışıldığında da bürokratlar yaygarayı koparıyor.
***
Güç kimde olacak?
Asıl mesele işte bu!
Yüksek yargı bürokrasisi, sivilleri tamamen sistemin dışına atmaya çalışıyor. Gerekçe olarak da Avrupa Birliği ilkelerini gösteriyor.
Sanırsınız ki yargı bağımsızlığı konusunda fevkalade titizler... Keşke öyle olsa!
Alın size Genelkurmay Başkanı'nın, "Saldıray Berk'e kefiliz" demesinin ardından, yüksek yargı bürokratlarının hali...
Her fırsatta siyasetçilere karşı şahin kesilenler, müdahalenin kralı Büyük Bürokrattan gelince, dut yemiş bülbüle döndü.
Halbuki aynı Avrupa, yüksek yargıyı asla bürokrat egemenliğine terk etmiyor.
Yüksek yargıyı oluşturan üyeler, Cumhurbaşkanı, Hükümet, Adalet Bakanlığı, Üniversiteler, Barolar Birliği gibi farklı kesimlerin tercihiyle göreve geliyor.
Böylece yüksek yargının, "al gülüm, ver gülüm tayfası" olmasına izin verilmiyor.
***
Gelelim muhalefetin tavrına.
Muhalefet, "Kardeşim Anayasa taslağınızda özgürlükleri ve demokratikleşmeyi niye bu kadar kısıtlı tuttunuz" diye AKP'lilerin yakasına yapışacağına, tam tersini yapıyor... Daha taslak önlerine gelmeden, "Biz karşıyız" diyor.
Mesela taslak, parti kapatmada Meclis onayı getiriyor ya... Muhalefetin, "Hani Venedik Kriterleri nerede" diye sorması gerekirdi.
AB'nin uyguladığı Venedik Kriterleri'ne göre, bir parti sadece ve sadece şiddeti savunursa kapatılıyor. Önce bu temel kriteri yasaya sok; sonra icabında Meclis'e de yetki verirsin.
MHP Başkanı Devlet Bahçeli de "Alelacele hazırlanmış taslak" diyor. Halbuki bu Anayasa meselesi 1990'lardan beri konuşuluyor. Ortada sürüyle rapor, öneri, hazırlık var.
Ayrıca "Yargı Reformu", Yargıtay, Danıştay, Barolar Birliği, hatta Noterler Birliği gibi hukukla ilgili belli başlı kurumların katılımıyla, Haziran 2009'da Kızılcahamam'daki toplantıda zaten tartışıldı. Anlaşmaya varıldı.
CHP Başkanı Deniz Baykal, "Bu taslak, AKP'nin korkularını yansıtıyor" dedi ya... Haklı!
Eğer CHP de sade suya tirit delillerle kapatılmaya kalkışılsaydı; görürdük halini.
Şimdi dayamış sırtını bürokrasiye, ahkâm kesiyor.
Bürokrasi, demokrasiyi 'güdüklemeye' çalışırken, CHP ile MHP, "Ne yapsak da pay alsak" telaşı içinde.
Hadi CHP'yi anladık da; MHP niye "Demokrasi Bamyası" ödülünü kazanmaya çalışıyor?