Siyasi mesajlar ön plana geçince, gezi izlenimlerini doğru dürüst kayda geçiremedik. Bugün kısa kısa değinelim bari...
* Özellikle uzun uçak yolculuklarında, Profesör Oklitus taktiği uygulamak gerek. Prof. Oklitus, Rodi tiplemesiyle birlikte, çocukluğumuzda merakla okuduğumuz Çelik Bilek adlı çizgi romandaki bir yardımcı karakterdi.
Acıktıklarında, üç kafadar, hemen bir tavşan vururdu. Tavşan çevirmeyi şapır şupur mideye indirirken, Prof. Oklitus kocaman beyaz bir peçeteyi boğazına bağlardı.
Ben de yemek vakti geldiğinde, THY'nin kar beyazı bez peçetesini göğsüme siper ederken, "acaba görgüsüzlük sayılır mı" diye düşünüyordum.
Sonra şöyle oldu: Hostes hanım içi nar suyu dolu peti çalkalayıp kapağını açtı. Nar suyu, sanki gazozmuş gibi fışkırmaz mı? Ben sağ böğrümden isabet aldım. Ama peçetem beni ve gömleğimi korudu.
Buna karşılık hostes, sağ kol altından vuruldu. Bembeyaz gömleğiyle birlikte gaziler safına katıldı.
Bu olay üzerine peçetenin faziletleri üzerine bir sohbet açıldı. İyi de oldu.
Çünkü Yeni Delhi'de Bukhara diye bir restoran var. Birileri burasını 'Dünyanın En İyi 50 Restoranı'na dahil ettiği için havalarından geçilmiyor.
Fena değil tabii ama bizde buraya yemek ve lokantacılık dersi verecek en az 50 restoran bulursunuz.
Neyse... İşte bu Bukhara restoranda, boyna bağlamak üzere ipleri de olan önlük-peçeteler dağıtıyorlar. İyi de oluyor.
* Hindistan trafiği felaket. Sürekli korno çalıyorlar. Ama öyle böyle değil. Kaldırımda beş dakika yürüseniz başınız kazan gibi oluyor.
Buna karşılık trafiği seyretmek başlı başına bir eğlence: 1960'ları çağrıştıran, Mini Cooper'a yakın Hindistan malı Ambassador marka otomobiller pek şirin.
Poliste bunlardan çok var. Aramızda, "Onlarla suçlu takip edilebilir mi" diye tartıştık. Edilemeyeceğine karar verdik.
Üstü resimli, çiçekli, rengârenk boyalı kamyonetler; Tayland ya da Küba'da olduğu gibi, yolcu taşıyan sarı kafa triportörler de görülmeye değer.
Bu arada Tata firmasının ürettiği Nano adlı sadece 2 bin dolarlık otomobil var ya... İşte o Nano'da kuyruk uzamış gitmiş. Ocakta yazılıyorsun, eylülde geliyor.
Bazı uyanıklar, diyelim ki nisandaki haklarını 4 bin dolara satıyormuş. (Türkiye'de de bir zamanlar böyle şeyler yaşanmıştı.)
* Cumhurbaşkanı Gül'ün tabiriyle burada polis "Sıfır Trafik" kuralını uyguluyor. Bizim konvoy geçecek ya... Eli sopalı polisler güzergâhımıza katılacak tüm yolları kesiyor. Sadece yolları da değil: Yayaları da belki yarım saat bekletiyorlar.
Defalarca kilometreler boyu uzanan araç kuyruklarının yanından geçtik. Biz rahat ettik ama insanlar hakikaten perişan oldu. İkinci Köprü yolunda TIR devrilmiş görüntüsü vardı. "Yolu kademeli kesmeyi" öğrenmeleri gerekiyor.
* Bu gezilerin en iyi taraflarından biri de, insanların bildiklerini birbiriyle paylaşması oluyor: Filmler, müzikler, anılar, lokanta adresleri, içki markaları ve sonsuz sayıda pratik bilgi.
Örneğin, kravatınız bavuldan buruşarak çıktı... Ütületecek vakit de yok. Asla telaşa kapılmıyorsunuz. Banyo yaparken kravatı kenara asıyorsunuz. Ortamdaki buhar sayesinde kırışıklıklar düzeliyor.
Kendime not: "Muddy Waters" belgeseli izlenecek, "Sibirya" adlı kitap sahaflardan bulunup okunacak.
Bugünlük yetsin. Daha neler var neler.