Balyoz kod adlı darbe planındaki 36 kişilik "tutuklanacak" gazeteciler listesini biliyorsunuz. Bu gazetecilerin bir kısmı (28 kişi) dün önce bir basın açıklaması yaptı, ardından da savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Basın toplantısı sırasında değinilen konulardan biri de "ordu" ve "cunta" ayrımıydı.
Bazı arkadaşlar kurum ile darbecileri, kategorik olarak birbirinden ayırıyor.
Yani ikisi arasında nitelik farkı olduğunu söylüyorlar.
Ben doğrudan "Ordu, darbe ortamı oluşturmak amacıyla camilere bomba koyacaktı" gibi toptancı bir ifadeyi yanlış buluyorum.
Çünkü dönemin Birinci Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan ve şürekâsı darbe planı yaptıysa... Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök de, aldığı tedbirlerle, Balyoz darbesini engelledi.
İkisi de orgeneral, ikisi de bu devletin bürokratı. Biri darbeci, öteki demokrasiye ve kanunlara bağlı...
Dolayısıyla bütün kurumu suçlamak doğru değil.
***
Ancak...
Olayın bir de öteki yüzü var:
Bu darbeciler tam da askeriye içinden yetişiyor ve orada kollanıyor. (Dönemin sorusu: İrticadan onca subay atılırken, nasıl oluyor da darbecilikten atılan olmuyor?)
Yani askeriye öyle bir kurum ki mütemadiyen darbeci yetiştiriyor. İnanmadınız mı?
Gelin tarihe bakalım...
***
Atatürk döneminde (15 yıl boyunca!), GK Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Hükümetin doğal üyesiydi.
Yani ordu, zaten siyasetin tam göbeğinde olduğu ve en tepede Atatürk yer aldığı için darbe yapmayı düşünen yoktu.
Ancak Atatürk öldükten sonra... 1940'lı yıllarda darbe hevesinin yeşerdiğini görüyoruz:
Mareşal'in I. Dünya Savaşı'ndan kalma demode fikirleri, yeni askeri doktrinlerle yetişmiş, Wehrmacht hayranı genç subayları çılgına çeviriyordu.
"İnönü ile Çakmak'ı başımızdan nasıl atarız" diye kımıldanmalar başlamıştı.
***
Devam edelim... Demokrat Parti'nin, yaptığı hatalar yüzünden darbeye maruz kaldığı iddiası yalandır: Müdahale 1960'ta oldu ama cuntalaşma taa 1954'te, yani ortada fol yok, yumurta yokken başlamıştı.
1971 darbesi ise trajikomiktir: Cuntacı iki grup kapışmış, 9 Martçıları alt eden 12 Martçılar hükümeti devirmiş, dizginleri ele almıştı.
12 Eylül 1980 ise bir emir-komuta darbesiydi. Ordu, A'dan Z'ye tüm yönetimiyle, binlerce insanın ölmesi pahasına, darbe şartlarının oluşmasını beklemişti.
1997'nin 28 Şubat'ında başlayıp 1999 seçimlerine kadar süren darbe sürecinde ise Batı Çalışma Grubu gibi tamamen kanun dışı oluşumların katkısıyla hükümet istifaya zorlanmış... Yerine, Org. Çevik Bir cuntasının istediği hükümet kurulmuştu...
Gelenek 2000'li yıllarda da sürdü: Sarıkız, Ayışığı, Balyoz, Kafes planları... Org. Hilmi Özkök'ü başlarından atmaya çalışan kuvvet komutanları... İş âleminden üniversitelere, her kesime el atmış Ergenekon şebekesi...
Velhasıl, ağaçların yanı sıra hiç durmadan zehirli mantarlar da üreten bir toprak bu.
***
Peki, ne yapmalı?
Bir kere bu konuyu dert edinen sivillerin... "Peygamber Ocağı" ya da "Gözbebeğimiz" gibi mistikleştirici, ululaştırıcı, mitleştirici söylemleri bir kenara bırakarak... Askeriyeye "bürokratik bir güvenlik teşkilatı" olarak bakması gerekiyor.
Ancak böyle bir 'serin' bakışla kurumun, verilen eğitimden para harcama biçimlerine, çağdaş değerlere uygun olarak yeniden organize edilmesi sağlanabilir.