Bir suçlu aramak, popülist ve devletçi zihniyetlerin ortak noktasıdır. Bunlar, "Birini suçlu ilan edelim, cezalandırılalım ve rahat edelim" derdindedirler.
Halbuki bu tip olaylarda asla 'bir' suçlu yoktur. Hatta bazı felaketler, gayet iyi niyetli çabaların sonucudur: Yani 'Bugünün sorunları, geçmişin çözümleridir.'
İstanbul'un çarpık kentleşme denilen şu hali, Türkiye'nin 'hızlı ve ucuz sanayileşme' çabalarının sonucudur.
Dragos'un fabrikatörleri
Geçen gün Kadıköy4den Pendik'e gidip geldim. Sahil yolunun Maltepe'den sonraki bölümünde de müthiş bir değişim göze çarpıyor. Yeşil alanlar, parklar, alışveriş merkezleri, lokantalar...
Dragos tepesinin önünden geçerken yanımdaki arkadaşa şöyle dedim:
"Bak 1950'lerde, 60'larda burada 'fabrikatör' denilen zenginler otururdu.
Fabrikalar tepenin arka tarafındaydı. Oralarda çalışan işçiler ise daha geride, özellikle E5'in kuzeyindeki gecekondularda yaşıyordu."
İşte çarpık kentleşme dediğimiz olayın özeti şu birkaç cümlede gizli.
Soru: İşçiler niye gecekondu yaptı da, Batı'da örneklerini gördüğümüz gibi sosyal konutlarda yaşamadı?
Cevap: Çünkü fabrikatörler, siyasetçiler ve bürokrasi sosyal konut yükünü üstlenmek istemedi.
İlginç olan, bu durumun göçle İstanbul'a gelmiş işçilerin de çıkarına olmasıydı. Şöyle:
Arazi devletindi. İşçiler araziyi işgal ederek çok ucuza gecekondu yaptı. Böylece toprak ve ev sahibi oldular. (1980'lerde de oralara apartman diktiler.)
Aynı süreçte fabrikatörler de sosyal konutu finanse etme derdinden kurtuldu; daha az vergi vererek işini genişletti.
Devlet ise mevcut vergileri başka yerlerde kullandı; Menderes yol, Demirel baraj yaptı.
Sonuçta, nispeten ucuz ve hızlı sanayileşmenin bedeli, çarpık kentleşme oldu. (Arazi spekülasyonları, havadan gelen rantlar, yoğun iç göç ve arabesk kültür de cabası.)
Siyasetçiler de bu yampiri durumu tapu dağıtarak meşrulaştırdılar. Böylece oy kazandılar.
Kızmayın, buna mecburdular: Aksini yapıp gecekonduları yıkmaya kalkışsalardı, bu sefer halkla dövüşmek zorunda kalacaklardı ki bilhassa 1970'lerde o da oldu; ortaya depremi andıran görüntüler çıktı.
Bu kalkınma öyküsünün kritik noktası, Osmanlı'dan kalan mirasla, arazinin devlete ait olmasıydı.
Eğer araziler şahıs malı olsaydı, işçi kolayca gecekondu kuramaz; fabrikatörler ve devlet de sosyal konut yapmak zorunda kalırdı.
Öyküdeki kötü adamı bulun
İşte İstanbul böyle bir kentleşmeyle büyüdü. Dünya rekoru kırarcasına, nüfusu 50 yılda 'bir' milyondan 10 küsur milyona çıktı; daha da artıyor.
Şimdi söyleyin bakalım: Sel felaketine zemin hazırlayan bu öyküde suçlu kim?
Bazıları hemen yukarıda sözü edilen kesimleri, özellikle de fabrikatörleri ve siyasetçileri suçlayacaktır.
(İşçiler ve bürokratlar nedense eleştirilmez; herhalde dar gelirli oldukları için, olayda katkıları olmadığı varsayılır.)
Ancak bu suçlamayı yapabilmek için o fabrikalarda üretilen malları kullanmamış olmak gerekir.
Hem "Türkiye sanayileşsin, piyasada mal olsun, üstelik de ucuz olsun" diyeceksin... Hem de çarpık kentleşmeden yakınacaksın...
Olmaz öyle şey!
Ya biri, ya diğeri...
Yarın: Bu felaket engellenebilir miydi? Mevcut yönetimin suçu ne kadar?