Dün tezkereden sonra yapılacaklara ilişkin tahminimi şu deyişle özetlemiştim: " Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. "
Nush, eski bir kelime; "öğüt" demek. Duruma göre "uyarı" da diyebiliriz. "Tekdir" ise "azarlama", bazen "kulağını çekme".
Öğüt verirsin, uyarırsın... Olmadı azarlarsın, kulağını çekersin... Daha olmadı sopayı çekersin.
Bazı okurlarımız kızmış:
"Ne biçim demokratsın" diyorlar.
Arkadaşlar... Ben basına (o zaman 'medya' kelimesi kullanılmazdı) 1987'de adım attım.
O zaman " Kürt " kelimesini dahi kullanamıyorduk. Birisi yazısında, haberinde "Kürt" dedi mi, doğru " bölücülükten " mahkemeye...
Bugün rahatça " Kürt sorunu " dediğimiz meselenin tarihsel kökenlerini de doğru dürüst bilmiyorduk.
Hadi kendi payıma konuşayım: Bilmiyordum. Düşünün, adam üniversiteyi bitirmiş, yüksek lisans yapmış, üstelik de sosyoloji okumuş ama bu konuyu bilmiyor.
Olabilir mi böyle bir şey?
Oluyor işte, Türkiye'de oluyor.
Sosyoloji dediğin neticede " toplumu anlama " çabası... Ama onca yıllık öğretime rağmen, bu sorun hakkında " sistematik " bir biçimde susulduğu, yok sayıldığı, konuşmak isteyen de cezalandırıldığı için cahil kalmışsın.
20 yıl önceyle kıyaslandığında artık durum ciddi biçimde farklı. Siyasetçiler sorunu epey biliyor ve çözmek istiyorlar. Entelektüeller tartışıp duruyor. Ordu dahi eskisi kadar katı değil.
" Gidişat olumlu " iken, hala bunca asker ve sivilin ölmesi kabul edilebilir bir durum değil.
Demokrat, liberal, İkinci Cumhuriyetçi, Avrupa Birliği taraftarı ve/veya barış yanlısı olmak, akan kana göz yummak mıdır?
Terörü hoş görmek midir?
Eğer yukarıdaki cümlede saydığım türden sıfatları yakıştırdığınız insanlardan bunu bekliyorsanız...
Yanılıyorsunuz!