Bugün yapılacak üçüncü tur oylamayla Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi bekleniyor. Bu durumda Gül yemin eder etmez cumhurbaşkanı olacak, Ahmet Necdet Sezer de evine dönecek.
Sezer'e yönelik son dönemdeki eleştirilerimi gören bazı okurlar, " Keşke bunları daha önce de yapsaydınız " diye mesaj gönderiyor.
Yaptım! Yıllar önce " kamusal alan " kavramını ortaya attığı günden beri Sezer'i eleştiriyorum.
Bildiğiniz gibi Sezer, 2002 seçimlerini AKP kazanınca fanatik bir
CHP'li gibi muhalefet yapmaya başlamış ve " kamusal alana türban giremez " diyerek eşi türbanlı milletvekillerini tek başlarına Köşk'e davet eder olmuştu.
Bu işe çok kızmıştım. Benim açımdan " esas mesele " söz konusu milletvekillerine yapılan " resmi kabalık " değildi. O da yeterince olumsuz bir davranıştı elbette ama beni " asıl " ilgilendiren, olayın " entelektüel" boyutuydu.
" Dini ve vicdani tercihler özel alana aittir ... Dolayısıyla türbanlı kadın kamusal alana giremez " dediğiniz anda, ülkenin dört bir yanındaki
camilere de kadınların başı kapalı giremeyeceğini söylemiş olursunuz.
Var mı böyle bir şey? Yok! Mümkün değil. O halde ortaya attığınız "kamusal alan" kavramı, " ne sihirdir, ne keramet; el çabukluğu marifet " bir uydurmaca oluverir. Saçmadır. Tutarsızdır. Art niyet göstergesidir.
O kavramı ortaya attığı gün Sezer'e notumu verdim. Kamusal alan, " siyaset bilimine " ait bir kavram olduğuna göre, Sezer o dersten sınıfta kaldı. ( Entelektüel dürüstlük zafiyeti de cabası.)
Yine entelektüel açıdan ikinci en büyük gafı " Her yurttaşın kabul etmesi gereken " bir " devlet ideolojisi "nden söz etmesi oldu.
İnanın o cümleyi ilk duyduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Öyle bir ideoloji, ancak otoriter ve totaliter rejimlere uygundur. Demokrasilerde " herkesin kabul etmesi gereken bir devlet ideolojisi " olamaz. Böyle bir talepte dahi bulunulamaz.
Kendinden menkul "kamusal alan" tanımıyla siyaset bilimi dersinden kalan Sezer, "devlet ideolojisi" kavramıyla da demokrasiden kalmıştı.
Bitmedi! Sezer en vahim tanımı, 367 tartışmaları sırasında, " Anayasa Mahkemesi'nin iktidar karşısında ' denge rolü ' oynaması gerekir " diyerek yaptı.
' Denge rolü ' bir 'siyasi' kavramdır ve Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında bir " ölçüt " olarak yeri yoktur. Çünkü bu mahkemenin görevi " siyasi " değil " tekniktir. " Yani hangi parti iktidarda olursa olsun, kararını hukuksalmantıksal çerçevede vermelidir, siyasi kaygılarla değil.
Halbuki Sezer, Anayasa Mahkemesi'nden siyasi durumu gözeterek karar vermesini talep ediyordu. Bu da Anayasa'daki " hukuk devleti " kavramıyla çelişiyordu.
Böylece Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'ndan Çankaya'ya çıkmış olmasına rağmen, hukuk dersinden de sınıfta kaldı.
Yukarıda andığım üç dersten... Yani hem "siyaset biliminden", hem "demokrasi kuramından", hem de "hukuktan" sınıfta kalmış bir cumhurbaşkanı, Türk düşünce hayatı için ciddi bir şanssızlıktır. Olumsuz bir örnektir.
Bir badireyi atlatan insanın, ' çok şükür geçti' derken yaşadığı ferahlamayla kendisine güle güle diyorum.