Abdullah Gül, anayasanın temel ilkelerine uyan, " tarafsız " bir cumhurbaşkanı olacağını söyledi.
" İstikrar " ya da " uzlaşma " gibi, "tarafsızlık" da kulağa hoş gelen, gönül çelen, büyülü kavramlardan...
Gelin tarihi geriye saralım ve 2007'nin Nisan ayına gidelim. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken, YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç, tüm rektörleri topladı ve bir basın toplantısıyla " 367 gereklidir " dedi.
Prof. Teziç, orada " herhangi bir hukuk profesörü ", " bir uzman " olarak değil, " YÖK Başkanı " sıfatıyla konuşuyordu ve yaptığı tam anlamıyla Meclis'e karşı bir gövde gösterisiydi. Teziç, YÖK kanununun kendisine verdiği yetki ve sorumlulukları aşarak, " bir siyasi parti başkanı edasıyla " tavır koyuyordu.
Eğer kamuoyunu meşgul eden mesele; üniversitelerle, yüksek öğretimle ilgili olsaydı, Teziç'in yaptığı " normal " karşılanabilirdi. Ama konu başkaydı. Prof. Teziç'in hemen görevden alınıp Galatasaray Üniversitesi'ndeki eski görevine iade edilmesi gerekiyordu.
Ancak " tarafsız " Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer elbette bunu aklından dahi geçirmedi. Çünkü Teziç'in yaptığını onaylıyordu. YÖK Başkanı iktidar karşısında " denge rolü " oynuyordu.
Prof. Teziç ise CHP'ye destek çıkmanın... İktidar partisine ağzının payını vermenin... Anayasa Mahkemesi'ne gereken uyarıyı göndermenin verdiği iç huzuruyla işine devam etti. " Misyonunu " yerine getirmişti.
Peki benzeri bir durumda Cumhurbaşkanı Gül ne yapacak? "Tarafsız" kalıp bürokratik dayatmayı seyredecek mi? Yoksa haddini aşan memuru görevden alma belgesine imzasını atacak mı?
Eğer Gül tarafsızlığı " etliye sütlüye karışmamak " diye yorumlarsa, biz de " O koltukta ne işiniz var " diye sorarız.
'Katılımcı demokrasi' nedir?
Dünkü basın toplantısında Abdullah Gül de aynı hatayı yaptı ve bizdekini " katılımcı demokrasi " diye tanımladı. Seçmenin önemli bir bölümünün seçimlere " katılması " ve Meclis'te " temsil " edilmesi, o rejimin "katılımcı demokrasi" olduğu anlamına gelmiyor.
"Katılımcı demokrasi" yasalar hazırlanırken, başta " sivil toplum kuruluşları " olmak üzere, çeşitli kesimlerin süreçte aktif olarak yer aldığı rejime denir.
Diyelim ki " çevre " sorunlarına ilişkin bir yasa hazırlanacak. Eğer bu alanda faaliyet gösteren dernek ve vakıfların temsilcilerinin, yasayı hazırlayacak komisyona katılmalarını sağlarsanız, o zaman demokrasiniz "katılımcı" olur.
MHP, Meclis'e niye girecek?
Abdullah Gül'e oy vermeyecek olsalar da Meclis'e girerek yeni bir ' 367 krizi' yaratmayacaklarını söylüyor MHP yönetimi.
Çok da iyi yapıyor.
Çünkü aksi halde Meclis tekrar fesholur ve bir kez daha erken seçime gidilir.
CHP'nin erken seçimi göze aldığı belli. Peki MHP niye aynı yola başvurmuyor?
Sanırım MHP'liler, DYP'nin düştüğü hatadan önemli dersler çıkarmış. Nedir bu ders?
Seçim sonuçlarını gayet isabetli bir biçimde tahmin eden Konda'nın araştırmasına göre Şubat 2007'de, o sırada adı DYP olan Demokrat Parti'nin oyu yüzde 9.5 civarındaydı.
Derken... Önce e-muhtıra baskısıyla ve Anayasa Mahkemesi kararıyla... Ardından da, CHP'nin arkasına takılan Anavatan'ın ve DYP'nin Meclis'e girmemesiyle, AKP'nin cumhurbaşkanını seçmesi engellendi.
Bunun üzerine ne mi oldu? Konda'ya göre AKP'nin yüzde 46 oy oranı yüzde 54'e fırladı... DYP'nin oy oranı ise yüzde 5.5'e düştü ve bir daha da toparlanamadı.
İşte olay bu kadar basit.
MHP, Meclis'e girmek yerine, CHP'nin kuyruğuna takılma kararı alsaydı, erken seçimde tarumar olabilirdi. Çünkü Türkiye'nin sağ seçmeni CHP'den hiç hoşlanmıyor.
CHP ise " laiklik elden gidiyor " propagandasıyla yüzde 20 civarında kemikleşmiş bir oy kitlesini elinde tuttuğu için erken seçimden çekinmiyor.