Başbakan Erdoğan'ın danışmanlarından Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak gazetesinde ' Yasin Doğan' takma adıyla yorumlar kaleme alıyor. Akdoğan geçtiğimiz perşembe günü çıkan yazısında özetle, " AK Parti'nin 22 Temmuz galibiyetinin esas nedeni halkın istikrar isteğidir... AK Parti'nin aldığı oyların tamamını Cumhurbaşkanlığı sürecindeki olaylara bir tepki olarak görmek ise haksızlık olur " diyordu.
"AK Parti'nin önümüzdeki dönemde sergileyeceği tutumun, eylem ve söylemlerin asgari şartı bu istikrar beklentisini gözetmek olmalıdır. Bunun doğal sonucu ise sorumlu, duyarlı ve uzlaşmacı bir tavır içinde olmaktır. Yani bağcıyla uğraşmak yerine üzüm yemeye çalışmak" diye biten bu yazı... " Başbakanın çevresi Abdullah Gül'ün Köşk'e çıkmasını istemiyor " şeklinde yorumlandı.
Ben Akdoğan'ın " asıl niyetini " bilemem. Ama şunu biliyorum: AKP'nin başarısının " asıl nedeni ", özetle söylersek ekonomidir, istikrar talebidir. Yani Akdoğan'ın " başarı analizi " doğrudur.
Basit bir örnek vereyim: Son dönemde başta ev ve otomobil olmak üzere çeşitli ihtiyaçlarını karşılayan kitleler, ekonominin aynen böyle devam etmesini istiyor ki borcunu ödeyebilsin.
Ekonomi bozulduğu anda perişan olacaklarını hafızalarda henüz taze olan 2001 krizinden biliyorlar.
***
Gelelim Gül meselesine.
AKP'yi tercih eden kitleler, elbette " Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olsun " diye oy vermedi. Sandığa gittiklerinde zihinlerinde böyle talep yoktu.
Ancak tersi de olmadı!
Yani kitleler AKP'nin adayının Gül olduğunu bilerek oylarını verdi. Elbette " Oyumu AKP'ye atayım ama Gül, Köşk'e çıkmasın " diyenler de vardır ama onlar devede kulak kalır.
Ayrıca elimizde şöyle bir veri var:
Konda'nın araştırmasına göre Şubat 2007'de AKP'nin oyu yüzde 46 civarındaydı... 27 Nisan bildirisi ve 367 dayatması ile Gül'ün Cumhurbaşkanlığı engellenince, 8 puanlık bir zıplama oldu; oran yüzde 54'e çıktı... Daha sonra Türkiye normal seçim atmosferine girince bu oran üzde 47'ye indi.
Yani seçim mayıs ortasında filan yapılsa, AKP şu andakinden 7-8 puan fazla oy alacaktı.
Şimdi düşünün: 2002 seçimlerinde aldığı yüzde 34'lük oyu, yüzde 47'ye yükseltmiş bir parti var. Siyasete dışarıdan müdahale olduğu anda partinin oyu daha da artıyor. Adeta patlama yapıyor.
Bütün bu verileri alt alta yazdığınızda çıkan sonuç şudur: AKP'ye oy veren sokaktaki vatandaş, partinin öne süreceği Köşk adayını da destekliyor.
Dolayısıyla, Yalçın Akdoğan'ın " Madem istikrar beklentisini gözetmeliyiz... O halde bunun doğal sonucu olarak uzlaşmacı bir tavır içinde olmalıyız " demesi bir " siyasi " tercihtir.
" Ekonomide " istikrar istemekle, Köşk seçiminde " uzlaşmacı " olmanın (ki şu ortamda düpedüz başkasının adayını seçmektir) hiçbir bağlantısı bulunmuyor. Bence Akdoğan o noktada yanılıyor.
***
Eğer MHP mızıkçılık yapmazsa, Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilir. Sadece AKP teşkilatı ve üyeleri değil, halkın çoğunluğu ve sermaye çevreleri de bundan mutlu olur.
Ama herkesin mutlu olmayacağını da biliyoruz. " İstemezük " cephesi bağırıp çağırmaya devam edecek.
Tabii esas mesele onların itirazı değil. Abdullah Gül seçildikten sonra bir " bekleme " dönemi de başlayabilir: Kim, ne yapacak?
Eğer karşı tarafın " itiraz şekli " değişirse... Yani Nisan ayına giden süreçte ortaya çıkan operasyonlar tekrar sahneye sürülürse...
Orada burada bombalar patlatılırsa... Siyasi cinayetlerle karşılaşırsak... " Atatürkçülük ve laiklik " kisvesi altında demokrasi düşmanlığında yoğunlaşma olursa...
Böyle bir durumda, hem Abdullah Gül'ün hem de AKP'nin " sigortası " hazır:
"Madem öyle hadi halka gidelim! "
Ekim ayındaki yapılacak ve çok büyük olasılıkla " evet " çıkacak referandum, " milli egemenlik " tezini savunanların emniyet supabı olacak.
Dikkat: Karşı cephenin başka niyetleri varsa, öncelikle bu sigortayı bertaraf etmeye çalışacaktır.