Üniversitedeki dersimize konuk olan Murat Belge anlatmıştı: Dayısı Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir cumhuriyet balosunda yüzü kızararak Atatürk'e " Paşam özür dilerim " der. Niye? "Siyah çorabım olmadığı için lacivert giymek zorunda kaldım."
" Boş ver " der Atatürk, " görseler de anlamazlar ."
***
Cumhuriyetin kurucu kadrosu, yani Mustafa Kemal ve arkadaşları ülkeyi hızla kalkındırmak istiyordu. Bu kalkınma hamlesinin bir parçası da Türk halkını Avrupalılara benzetmekti.
Halkı dönüştürmenin yollarından biri eğitimdi... Bir başka yol da ona belli bir ' görüntü' kazandırmak, belli bir ' modele' uymasını sağlamaktı. Örneğin fes, sarık filan kaldırılıp yerine Avrupai şapkanın getirilmesi bu yönde atılmış bir adımdır.
***
Bugünden geçmişe baktığımızda genç cumhuriyetin, " çağdaşlık " adını vereceğimiz bir şablon, bir kalıp geliştirdiğini görüyoruz.
Kadın ve erkekler, cumhuriyete " yakışabilmek " için, devlet iradesiyle empoze edilen o şablona uymak zorundaydılar.
Erkekler takım elbise giyip, kravat takacak... Kadınlar elbise ya da döpiyes giyecek; etek diz altına dek uzanacak, daha aşağıya inmeyecek, tercihen daha yukarıya da çıkmayacak.
( Bu nokta önemli: Çünkü yere kadar inen etek ' bağnazlığın', diz üstüne çıkan etek ise ' iffetsizliğin' simgesi oluyordu. Ancak ' tuvalet' tipi gece elbisesinin etekleri yere kadar uzanıyordu.)
Kadınla erkek balolarda Batı müziği eşliğinde vals ya da tango yapacaktı. Mesela "çağdaş" Türk asla göbek atmazdı. Ölçülü olmak esastı.
Çağdaşlaşma modelinde kişi; içinden gelerek, kendiliğinden, farkına varmadan uyum sağlamıyordu.
Sınırları belli bir şablon vardı ve ona uyum sağlamak esastı. Avrupa'dan ithal edilmiş ya da Batı'dan esinlenerek geliştirilmiş bu şablona ne kadar yakınsanız, o kadar çağdaş oluyordunuz.
İşte ünlü romancı ve fikir adamı Yakup Kadri'nin yukarıda andığımız sıkıntısı buradan kaynaklanıyordu. Siyah çorap yerine lacivert giymek zorunda kaldığı için şablonun dışına çıkmıştı.
Çağdaşlaşma modeli tüm aksaklıklarına karşın uzun süre işledi.
Ancak bu arada (özellikle 1950'lerden itibaren) bir başka süreç daha başladı. Buna da " modernleşme " adını verebiliriz.
Modernleşme, devletin empoze ettiği çağdaşlaşmadan farklı olarak, piyasa ekonomisine, yani kapitalizme paralel olarak gelişiyor.
Yani yatırımıyla, para hesaplarıyla, teknolojisiyle önce kapitalizm işliyor... Ardından insanlar bu yeni mekanizmalara, kendi meşreplerine göre uyum sağlıyor.
Devlet destekli çağdaşlaşmadan farklı olarak kapitalizmin yarattığı modernleşmenin, belli bir şablonu, bir kalıbı yok. İnsanlar kafa göz yararak, el yordamıyla, düşe kalka, kâh uzlaşarak, kâh çatışarak modernleşiyorlar.
***
Mesela sadece ' gelenekçi dindarlar' tarafından değil, 'çağdaşlaşmacılar' tarafından da ayıplanarak, tiksinerek izlenen kadın programlarını düşünün.
Bir kadının... Hiç tanımadığı başka kadınlarla... Milyonlarca insanın kendisini izlediğini bilmesine rağmen... TV kameraları önünde göbek atarak eğlenmesi... Yukarıda andığım iki grup için de kabul edilemez bir davranış biçimidir.
Size basit, kullanışlı, pratik bir ölçüt vereyim: Eğlenceden, aşka... Dilden, giyim kuşama... Müzikten, mimariye... Nerede " yozlaşma " (ya da " bozulma ", " aşınma " vb.) kelimesi kullanılıyorsa... Anlayın ki orada kapitalizmin dönüştürücü etkisi yaşanmaktadır.
***
AKP milletvekili olan Prof. Zafer Üskül, yeni hazırlanacak sivil, tarafsız, renksiz anayasada, Atatürkçülüğe yer verilmemesi gerektiğini söyledi.
Yargıtay'ın eski başsavcısı ' 367' Sabih Kanadoğlu anında ' refleks' gösterdi: " Bunu yaparsanız ulus devleti zayıflatırsınız. "
Tamam ama hangi ulus devlet?
Kanadoğlugillerin ulus devleti zaten zayıflamakta. Devletin ulusu Çankaya'ya, Şişli'ye, Alsancak'a sıkıştı kaldı.
Modernleşmenin yaratmakta olduğu yeni ulus ise her yerde!