Tayyip Erdoğan seçim döneminde 8 kilo vermiş. Sadece o değil kilo kaybeden... Biliyorsunuz, Salih Memecan'ın eşi Nursuna Memecan, AKP'den milletvekili seçildi. 23 Temmuz günü Nursuna Memecan'ın doğum günüydü. Hediyemizi alıp gittik. Bir de ne görelim: 'Sayın milletvekilimiz' acayip zayıflamış, hani neredeyse bir deri, bir kemik kalmış.
Nasıl olduğunu sorduk: "Seçim kampanyası yüzünden" dedi. Ardından da birkaç kelimeyle, nasıl sabahın köründe kalktığını... Bütün gün, bazen yemek yemeği dahi unutarak çalıştığını filan anlattı.
Kıssadan hisse: Seçim çalışmalarını bir diyet yapma, zayıflama yöntemi olarak da görebiliriz. Garantili. Tek sorunu aday olabilmek için yıllarca beklemek gerekiyor.
***
Seçim sonuçlarına, özellikle AKP'nin oyunu artırmasına ' romantik-demokrat' biçimde yaklaşanlar var. Kimler mi? Örneğin Radikal gazetesi ve Milliyet yazarı Hasan Cemal. Onlar, 27 Nisan gecesi Genelkurmay internet sitesinde yayına sokulan elektronik bildiriye atıfta bulunarak, "Bu da halkın muhtırası" diyor. Böyle düşünen başkaları da var.
Bu değerlendirme elbette kulağa hoş geliyor (doğrusunu isterseniz ben de bayıldım) ama yanlış!
Evet halk demokrasiyi seviyor. Oylarıyla yönetimi belirlemek hoşuna gidiyor. Ancak oyunu kullanırken aklında demokrasi olmuyor.
Oy verme, geçmişe ilişkin değerlendirme ve geleceğe ilişkin beklenti sonucu yapılıyor.
27 Nisan muhtırasının ve Köşk krizinin seçim sonuçlarına etkisi hiç de sanıldığı kadar fazla değil. Bir-iki puanı geçmez!
Bunu ben değil, anket üstadı Tarhan Erdem söylüyor: Konda'nın araştırmasına göre Şubat ayında AKP'nin oy oranı yüzde 46.6 ... Muhtıralarla, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı engellenince bu oran yüzde 54.6'ya çıkıyor. Yani AKP 8 puan kazanıyor. Ancak sonra destek düşüyor: 14 Temmuz'da yüzde 47.9'a iniyor.
Eğlenceli bir anekdot: Bir arkadaşım anlatmıştı. AKP'li şoför yakınıyormuş: "Abi bu muhtırayı erken verdiler. Şöyle seçime bir hafta, on gün kala vereceklerdi oy patlaması yapalım."
Peki demokratik süreçlere müdahalenin seçim sonuçlarında hiç mi etkisi yok? Belki şu söylenebilir: AKP'ye oy vermeyi aklından geçiren, eğilimli ama kararını tam verememiş, gevşek, kuşkulu seçmenleri partiye bağlamış olabilir.
Özetin özeti: Önce cüzdan, sonra demokrasi.
***
Bir yakınım, "Felaket tellallığı yapma" dedi. 'Felaket tellallığı' derken kastettiği, bürokratik elitin önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale etmeye çalışacağına ilişkin öngörüm. Bunlar karamsar yorumlarmış. Okurun içini karartıyor, moralini bozuyormuşum.
Bense sadece becerebildiğim kadar 'gerçekçi' olmaya çalışıyorum.
Mesela şunu biliyorum: Hiçbir toplumsal grup (zümre, sınıf, kast, vs.) elindeki iktidarı ve maddi-manevi imtiyazları hop niye başkasına devretmez.
Tarihsel olarak kaybetmeye mahkûm dahi olsa, savaşarak çekilir. Önce iki adım geri atar, sonra gücünü toparlayıp ileri bir hamle yapar. Yeni ittifaklar kurup yeni taktikler geliştirerek konumunu korumaya çalışır.
Eğer Abdullah Gül'ün (ya da başka bir AKP adayının) sakin, sancısız, belasız badiresiz Köşk'e çıkacağını sanıyorsanız... İyi rüyalar!
***
Seçim sonuçlarına baktığımızda, birçok köşe yazarının, TV yorumcusunun ve medya yöneticisinin 'uzayda yaşadığı' ortaya çıktı. Acaba bu halkı tanımamalarının sebepleri neler? Birkaçını sayalım:
* Çoğu üniversiteyi bitirdikten sonra eline kitap almıyor; özellikle araştırma ve incelemeleri okumuyor...
* Haberlere eleştirel gözle bakmıyor, medyada çalışmalarına rağmen, farklı görüşleri izlemiyorlar...
* İngilizlerin 'wishful thinking' dediği, 'hüsnü kuruntularını', yani "olmasını arzuladıkları şeyi gerçekmiş gibi" sunuyorlar...
* Bir de şu var: Düşünce tarzları fazlasıyla 'siyasi'. Yani 'anlamaya çalışmak', 'analiz etmek', 'topluma bir antropolog gibi bakmak' yerine; kalem ve dilleriyle bizzat siyaset yapıyorlar.