Sosyal, siyasal, kültürel yapılar bir kere kurulduktan sonra çok uzun yıllar varlığını sürdürür. Onun içinde yer alan bireyler de dönüp dolaşıp aynı şeyi yaparlar.
Yapı kavramı şimdi nereden mi geldi aklıma? Bazen, ' Ben bu konuya daha önce değinmiştim' hissine kapılıyorum.
Aslında bu bir his değil; gerçeğin ta kendisi. Yapısal ilişkiler kendi mekanizmasını işlettikçe, biz de aynı sorunlara değinip duruyoruz.
Örnek mi? İşte Cumhurbaşkanı Sezer'in son konuşması. Ne diyor Sezer: " Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez... "
Defalarca söyledik: Laiklik ilkesi siyasi bir kavramdır. Devlet ve din ilişkisini düzenler... Laikliğin özü, devletin kuruluş ve işleyişinin dinsel değerlerden bağımsız olmasıdır.
Sanılanın aksine birçok dini grup ( tarikat, cemaat ) laiklikten hoşnuttur. Çünkü inanç âleminde farklı din yorumları ve pratikleri vardır. Bir grup diğer grubun devlete hakim olarak, kendi yorumunu empoze etmesini istemez. (Bu dini grupların çelişkisi; bir yandan devletin tarafsız kalmasını arzularken, diğer yandan bürokratların dindar olmalarını istemeleridir.) Şimdi gelelim Sezer'in cümlesine: Din ne zaman bireyin manevi dünyasını aşmadı ki?
Cami ... Cuma namazı ... Hutbe ... Trilyonluk bütçesiyle Diyanet İşleri ... Ramazan ... Cenaze namazı ... Kurban kesme ...
Zekat ... Hac ...
Bu ve benzeri dini pratiklerin tamamı ' toplumsal' değil mi? Kişisel yani sadece bireyle sınırlanmış bir din olur mu? Din, tanımı gereği toplumsaldır. Bana inanmıyorsanız sözlüğe bakın: " Tanrıya inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum " yazıyor.
İnanın bu satırları şaşkınlık içinde yazıyorum: Cumhurbaşkanın sözlerinin yanlış olduğunu göstermek için... Türk Dil Kurumu Sözlüğü yetiyor da, artıyor!