Bence Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun yaptırdığı araştırmayı okurlarına sunan gazeteler arasında en güzel başlık Radikal'dekiydi: 'İzleyicinin resmi görüşü'.
Gerçekten de böyle bir durum var. Fıkradaki gibi: Maho kahvede PKK'ya karşı atıp tutuyormuş... Söyledikleri kulaktan kulağa yayılmış... Birkaç gün sonra militanlar Maho'yu çevirmiş: "Sen bizim hakkımızda şöyle böyle diyormuşsun." Maho, "Aman yapmayın" demiş, "o benim resmi görüşümdür." (Siz fıkrayı okurken Kürt şivesini hayal edin.)
Bu haber üzerine RTÜK'ün paraları sokağa attığını yazmıştım. Baksanıza: Halkımız yüzde 40 oranında belgeselleri izlediğini söylemiş. Buna karşılık kadın programlarını izleyenler sadece yüzde 10 imiş.
Reytingler eleştirilip duruyor ama siz kanal yöneticilerini ve reklam verenleri aptal mı sanıyorsunuz? Hiç tutmayan programı sürdürürler mi? Diğerleri de tutmayan programa reklam verirler mi?
Anketler hakkında gözümü asıl açan, reklam sektöründe çalışan bir arkadaşım olmuştu.
1980'lerin sonuydu... "Olacak şey değil" demişti arkadaşım, "Türkiye'de anketlere bakarak reklam hazırlamak imkansız." Seçim anketlerinin eğip büküldüğünü bildiğim için sormuştum: "Şirketler verilerle mi oynuyor?"
"Hayır, sorun şirketler değil, halkın kendisi" demişti arkadaşım. "Doğruyu söylemiyorlar. Mesela anketçiye X marka şampuanı kullandığını belirtiyor. Halbuki evinde X'in sadece plastik şişesi var. Bakkaldan buna açık şampuan doldurup kullanıyor ama anketçiyi karşısında görünce gerçeği değil hayalini ya da aklına gelen markayı söylüyor."
Ben bu yüzden ankete değil, 'yerinde gözlem'e (araştırmacının gittiği evin banyosunu filan bizzat incelemesi) ve 'derin röportaj'a (saatler süren, ayrıntılı söyleşi) daha çok güvenirim.
Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü'nün 'Mahafazakarlık' araştırmasına da ihtiyatlı bakıyorum. Çünkü...
1) Halk anketçiyi maniple eder. 2) Ayrıca bu verilerin muhafazakarlığın yükseldiğini mi, yoksa azaldığını mı gösterdiğini bilmeden, geçerli bir değerlendirme yapmak mümkün değil.