Necmettin Erbakan, Avrupa Birliği'ne karşıydı. Bir keresinde "AB'ye girersek homoseksüellik gelir" demişti. Birçok kişi bu söze gülmüştü. Halbuki cümlesindeki bir iki kelimeyi değiştirerek, 'aslında' ne demek istediğini anlayabilirdik: "AB'ye girersek homoseksüellerimiz ortaya çıkar."
AB bir demokrasi ve insan hakları projesi de olduğu için marjinal gruplara önem veriyor. Tabii buna 'cinsel azınlıklar' da dahil. AB sürecinde Türkiye eşcinsellik konusunda da tavır değiştirmek durumunda.
Öte yanda bu tip azınlık grupları, Türkiye'deki şartlardan yakınıyor, AB ülkelerini ise bir 'cennet' gibi görüyor. Halbuki orada da Türkler açısından bin bir mesele var.
Mesela Express dergisinin son sayısında, Didem Danış'ın Jennifer Peltzen ile yaptığı bir söyleşiyi okudum. Peltzen, Almanya'daki göçmen gruplar ve Türkiye kökenli eşcinsel gruplar üzerine doktora yapmış bir bilimci.
Bakın Peltzen ne diyor: "Alman eşcinseller arasında Türkiyelilerin kıllı, iri yarı bir imajı var. Türkiyelileri çok seksi buluyorlar. 'Tamam anne babalarına söylemiyorlar ama yatakta çok iyiler' diyorlar. (Afişlerde) çok genç, olgunlaşmamış, gelişmemiş, çocuk gibi tipler kullanılıyor. 'Bunlar bize ait' diyorlar. Yani, 'Türkiyeli geyleri gençken yakalayalım, Alman toplumuna entegre edelim ve sonra salalım' yaklaşımı var. Gene bir güç ilişkisi söz konusu. Demek ki (Göçmenler, Gey ve Lezbiyenler Merkezi: MILES) bir tür entegrasyon aygıtına dönüşmüş durumda. 'Bunları biz eğiteceğiz ve tam bizim istediğimiz gibi eşcinsel olacaklar, yani öyle kıllı, maço olmayacaklar' diyorlar aslında afişlerde."
Peltzen'in saptaması ilginç değil mi? 'Azınlık' olmak yetmiyor, 'dönüşmek' de gerekiyor.
Herkes zor bir yola girdi, herkes!