Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Mehmet Aksoy'un heykeliyle ilgili çıkışı, heykellerle iyi olmayan koca bir maziyi gündeme getirdi. Başbakanla aynı zevki paylaşan Melih Gökçek, Mehmet Aksoy'un Periler Ülkesi'ne tükürmek istediği için, 2002 yılında 4 milyar lira tazminat ödemeye mahkûm olmuştu. Kenan Evren, 1982'de ziyaret ettiği Samsun'daki heykeli çıplaklık gerekçesiyle kaldırtmıştı mesela. Heykel yerine ancak 2000 yılında dönmüştü. Torbalı'da bir heykelin yüzü, belediye başkanına benzetildiğinden depoya kaldırılmıştı apar topar. Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül ise Aşk Yağmuru heykelini müstehcen bulup yok etmişti.
Aslında heykele ucube diyen zihniyet yeni bir zihniyet değil. Ama heykele tüküren ya da ucube diyen zihniyette biraz dadaizm olsaydı keşke... O zaman heykelin nispetlerine, derdine, formuna, havayla ilişkisine bakmadan savunanlar sınıfta kalırlardı. Başbakan, ucube dedikçe, heykel yüce, dokunulamaz bir başlık haline geliyor. Hatta kutsal. Çağdaş hayatın olmazsa olmazı. Çağdaş bir kentin ihtiyacı olan çağdaş heykellerdir, yoksa en çok hurda olarak satmak üzere hırsızların iştahını açan sırf heykel 'iyi' bir şey olduğu için eşe dosta yaptırılan bronz yığınlar değildir. Bir veya iki İlhan Koman heykeli hariç, İstanbul'un kent kültürüne uygun bir heykel aklınıza geliyor mu?
Başbakan, Reaganvari bir muhafazakârlık gösteriyor; sanat düşmanlığı üzerinden elitizm eleştirisi yapıyor. Eski ABD Başkanı Ronald Reagan döneminde birçok senatör böyle yaptı. Ama onların saldırdığı işler gerçekten 'ucube'ydi. Tabu yıkıyordu. Andreas Serrano mesela, işlerinde idrarıyla İsa'yı birlikte kullanıyordu. Keşke biz de gerçekten 'ucube' olmayan bir heykele ucube diyen bu zihniyetle yüzeysel tartışmayı bırakıp iyi heykel nedir konuşabilsek... Bu zihniyet karşısında iyi heykelle kötü heykeli 'ulu' torbasında değerlendirmesek... Türkiye'nin dört bir yanının, dünyanın en kötü bronz ve mermer heykelleriyle kaplı olduğunu bilelim. Ve memleketimiz için gerçekten dev, ucube heykeller hayal edelim.