AYRILIŞ kararından sonra bu maça Ersun Yanal ile çıkılmasının ilk anlamı futbolculara mesajdı. "Bakın" dediler, "Herhangi bir kötü sonuçta arkasına saklanacağınız hoca mazereti yok artık. Sorumluluk sizde." Belki bu tip çıkışlar oyuncuyu biraz daha agresif yapabilir ama "daha akıllı" hale getirmiyor ki. Ersun Hoca'nın bugüne kadarki en doğru stratejisi vardı sahada. Kazanmak zorunda olmadığı bir maçta, topu kendi takımında ve pas rüzgârında tutarak, Trabzonspor'un ön taraftaki oyuncularına topu getirtmedi. İkinci maç faktörü ile sürekli olarak yükü rakibe verdiler.
Bu arada etkili kontrataklarda buldular.
Anlaşılmaz bir şekilde rakipten fazla oldukları anlarda bile şut denediler. Takım olmaktan vazgeçip, kendi kurtuluşlarına mühür arar gibi seçim yaptılar.
Asist sayıları tartışılırken, aynı takım oyuncuları arasındaki ilişki göz önünde.
Ters çevirelim, Fenerbahçe defansına bu şansı tanıyalım; ilk beşe kaç oyuncu sokarlar sizce? Sörloth çok güzel ama bir o kadar da "komik" golü ekledi bu defansın hanesine. Orijinal bir kaleci (Altay) ve bir defans (Isla) ile sahada kaldılar uzun süre. Gustavo'nun stopere geçişiyle birlikte orta sahada orjinalliğini kaybetti. Sahada bir takım var ama ne yaptığını, ne oynadığını bilen yok. Bu durum hem Ersun Hoca'nın mazeretidir aslında hem de eseri!
Bir "Alman ekolü" var dillerde. Bakın; dün sahada biri Alman (Kruse), dördü Almanya kökenli (Tolga, Tolgay, Ekici, Deniz) beş oyuncusu vardı. Ne yaptılar, neyi değiştirdiler hep birlikte düşünelim, "ekol" tartışmasına yeniden başlayalım.
Rövanş için avantajlı skor elde ettiler ama krizden çıkamadan oynayacaklar.
Üstelik "kazanmak zorunda" kalarak.
Bahsettiğimiz "kaliteden" oyuncuya yönelik bir performans elde edilemeyeceğine göre, takım oyununu yükseltecek bir teknik adama ihtiyaçları var. Ali Koç, tribün rüzgârlarını bırakarak, bu malzemeden en lezzetli yemeği kim çıkartır; onu aramalı.
Michelin yıldızı değil amaç, esnaf lokantasında da olsa piyasadan pay kapmak.
Vay arkadaş, beyaz yakalı gibi de konuşturdular bizi ya…