Yeni bir takım olarak çıktılar sahaya ama birlikte olmak yerine kendi gösterilerinin peşine düştüler. Skor değişmediyse veya pozisyon sayısı sınırlı kaldıysa, oynama fırsatını bulamayanların "Ben varım" diyen sayısının çokluğundandır.
Fenerbahçe'nin klasiği; ikinci bölgede baskı. Süper Lig'de oynayan takım da aynısını yapıyor, Tuzla karşısına çıkan "şans" bulamayanlar da. Bu aslında iyi bir şey... Taktik istikrarı, maç sayısı eksik olanlara da, bir gün forma verildiğinde ne yapacağını belletiyor.
Yine de, "Neden kulübedeyim" demesine rağmen farkını ortaya koyan yoktu. Gençleri bir kenara koyalım, çok sorumluluk almalarına rağmen bir türlü, son karar yanlışına düşen Alper ve Volkan Şen'in altını çizelim. Ozan Tufan'ın aslında kendi şovunu yapmasını bekleyenlerden olarak, yine hayal kırıklığı hanemize bir çizik attığımızı da belirtelim.
Tribünlerin bile "vazgeçtiği" bir maça sahadakilerin daha önemseyerek bakması ihtimali de zayıf elbette. Yine de oyunun ofansif yönündeki problemlerin, defansif olarak minimum hissedildiğini söyleyebiliriz. Ama santraforsuz bir oyunda, sanki ceza alanında topa vuracakmış biri varmış gibi, sürekli kanatlara top taşımanın da mantığı yoktu. Rakibi değerlendirip, kendi takımının karakterini de hesaplayarak, "Bu maçı daha paslı oynayalım" demesi gerekirdi belki birisinin.
O birisi; ekstra oyuncularının skoru üstlenmesiyle maçları kazanırken, "ikinci bölgede basalım" taktiğini yeterli görüyor. Bu nedenle dünkü maça da müdahale ederken farklı oyuncularını tercih edip, çözüm arıyor. Arayan, bulur elbette. Fenerbahçe camiası bugün Fenerium tribünü olarak anılan koltukları Mustafa Koç'a borçlu. O'nun başkanı olduğu 1907 Derneği üyeleri, olmayan koltuklara beş yıllık ücreti peşin ödeyerek kulübe destek oldu. Allah ailesine sabır versin. Mekanı Cennet olsun.