Sahaya çıkan takımı, oynadığımız oyunun kalitesini veya maç planımızı tartışabiliriz... Hepimizin fikri vardır, görüşü de doğrudur ayrıca. Çünkü futbol bu nedenle çok güzel bir oyun. Sebepler ve nedenler arka arkaya söylendiğinde, kimse ötekine "haksızsın" diyemiyor.
Aynı; Gökhan Töre'de olduğu gibi. Tabela "galipsin" dediği için Fatih Terim hep haklı olacak. Ama benim gibi düşünenler, yanlıştan doğru çıkmayacağını savunacak. Bir sonraki İzlanda maçını düşündüğümüzde de kadrodaki seçimlere baktığımızda da Gökhan Töre'nin oynayamayacağı bir pozisyon bulamıyoruz. En formda, en etkili oyuncusunu oturttu Fatih Hoca.
Devre bittiğinde ne bizim ne de onların pozisyonu vardı. Ortada bir oyun vardı ama kontrol eden yoktu. Biz; kalitesi yüksek oyuncu sayımızı yüksek tuttuk. Hücumda yaratıcı olmak istedik muhtemelen. Ama bunun bize getirisi yoktu. Daha iyi pas yapsınlar, daha kaliteli düşünsünler diye sahaya sürdüklerimizi, rakip oyuncuların peşinden koşturduk. Beklentilerimiz farklı, görevleri daha farklıydı.
Örnek mi? Selçuk tek ön libero oynadı. Bizim aklımızdaki en iyi tek ön libero Mehmet Topal'dı halbuki. En iyiyi oynatmadan, üçüncü bölgenin en iyisinden (Selçuk) bu görevi yapmasını bekledik. Yaptı da.
Puan hesaplarının, performansın önüne geçmesi kadar doğal bir şey yok. Sonuçta takım olarak önce "bir puan" diyerek koşuyorduk. Çek Cumhuriyeti'nin silahları belliydi ve susturduk. Kenarlardan da gelemediler, duran toplarda da etkili olamadılar.
Penaltı pozisyonu, bizim maç pusumuzun meyvesiydi. Bir İngiliz hakem dışında da kimse vermezdi bu kararı. Karşılaşmayı orada bitirdik diyebiliriz aslında. Kalbimizi, aklımızla birleştirdiğimiz bir oyunda, tüm eleştiri haklarımız saklı kalmak üzere, ne istediysek yapıyorduk. Bu cümleyi çok sık yazmak ve söylemek isterim, o ayrı...
Üçüncülük için mücadele ediyoruz ve orada kaldığımız için çok seviniyoruz. Hani birileri "gücümüzden" bahseder diye hatırlatayım. Salı günü Konya'da bir puan bize yetecek. Alırız elbette.