İşaret-i Aliyye nedir?

Osmanlı bürokrasisinde devlet erkânının arzları, teklifleri, takrirleri için arz, telhis, buyruldu, işâret-i aliyye gibi özel tabirlerin kullanımı XVI. yüzyıl sonlarından itibaren yerleşmiştir. Osmanlılar'da önemli tayinler yetkili âmirin teklifi, sadrazamın arzı, padişahın onayı tarzında üçlü karar halinde, hatta meselâ müneccimbaşı tayinlerinde olduğu gibi bu işlem hekimbaşının inhası, şeyhülislâmın teklifi, sadrazamın telhisi (arz) ve padişahın onayı tarzında dörtlü muâmelât şeklinde de olurdu. XV ve XVI. yüzyıllarda ilmiye tevcîhatı kazaskerlere ait olduğundan şeyhülislâm işâret-i aliyyesine rastlanmamakta, bu tabir daha ziyade XVI. yüzyıl sonlarından itibaren görülmektedir. Şeyhülislâmlar müderris, kadı, nakîbüleşraf kaymakamı, müftü tayinlerinde yerleşmiş formüller kullanarak altına mûtat imzalarını atarlardı. Meselâ şeyhülislâmın sadrazama teklif yazısında sadrazam, Üsküdar kazasının Eyüp Kadısı Şâban Efendi'ye şeyhülislâmın işaretleri mûcibince tevcihini IV. Mehmed'e sunmuş, bu telhis üzerine padişah hatt-ı hümâyun yazarak iade etmiştir (BA, İbnülemin-Tevcîhat, nr. 79). Aynı şekilde İstanbul kadısı, daha sonra kazasker ve müderris tayinlerinde de aynı prosedür takip edilmiştir. Silsile halinde on beş-yirmi tayinin birbiriyle bağlantılı olarak teklifinde şeyhülislâmın işâret-i aliyyesi ile başlayan muâmelât padişahın hatt-ı hümâyunu ile sonuçlanırdı. Bunun tipik bir örneği I. Mahmud'a sunulan bir tayinde görülmektedir. Şeyhülislâm Dürrî Mehmed Efendi'nin teklif yazısından sonra Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa bütün tevcîhatı silsile halinde sıralayıp "ma'lûm-ı hümâyunları oldukta 'işaretleri mûcibince amel oluna' deyü mübârek hatt-ı hümâyûn-ı inâyet-makrûnları keşîde buyurulmak bâbında" şeklinde padişahın nasıl ifade kullanması gerektiğini de belirtmektedir. Nitekim bu telhis üzerine I. Mahmud, "İşaretleri mûcibince amel oluna" hatt-ı hümâyununu yazarak tayin muamelesini tamamlamıştır. Aynı şekilde 1731'de Rumeli ve Anadolu kazaskerliklerinin tevcihi için Şeyhülislâm Paşmakçızâde Abdullah Efendi'nin teklifi üzerine Sadrazam Kabakulak İbrâhim Paşa yazdığı telhiste konuyu arzetmiş ve "işbu telhis üzerine 'işaretleri mûcibince amel oluna' deyü mübârek hatt-ı hümâyunları keşîde buyurulmak bâbında" şeklinde padişaha ne yapması gerektiğini ifade etmiştir. Hatiplik, vâizlik, imamlık, müezzinlik, duâgûluk, cüzhanlık gibi cihetlerin tevcihinde genellikle ilgili vakıf mütevellisinden şeyhülislâma gelen arzlar üzerine şeyhülislâm, "Arz mûcibince tevcih olunmak buyurulur"; "Sadaka buyurulmak mercûdur" tarzında işâret-i aliyyesiyle sadrazama teklifte bulunur, sadrazam telhisi ve padişah hatt-ı hümâyunu alınarak dörtlü (mütevelli, şeyhülislâm, sadrazam ve padişah) muamele tamam olurdu. Bu durum, Osmanlı muâmelâtının gelişme çizgisini göstermesi bakımından önemlidir. II. Mustafa, hocası Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi'ye zaaf derecesindeki hürmet ve bağlılığı sebebiyle âdeta şeyhülislâm sadrazamın üstünde yer almış, bu durum muâmelâtta yerleşmiş bazı ifadelerin değiştirilmesine kadar varmıştı. Nitekim o zamana kadar kullanılan, "Tevcih olunmak mercûdur" yerine âmirane, "Tevcih buyurula" işâret-i aliyyesi yazılmaya başlanmıştır (BA, Ali Emîrî, II. Mustafa, nr. 1563). XIX. yüzyılda kazaskerlerin önemli davalara bakmaları hususunda da şeyhülislâmın işâret-i aliyyesi gerekirdi (Rumeli Kazaskeri Emin Efendi'nin 12 Cemâziyelâhir 1224'te [25 Temmuz 1809] davaya bakmasıyla ilgili Şeyhülislâm Dürrîzâde'nin işareti için bk. BA, Cevdet-Adliye, nr. 2792).

Padişahtan hatt-ı hümâyun alındıktan sonra sadrazam genellikle, "Bâişâret-i aliyye ve bâhatt-ı hümâyun tevcih buyuruldu" ifadesiyle buyruldusunu yazıp evrakı ruûsu yazılmak ve işlemleri tamamlanmak üzere kaleme gönderirdi (Şânîzâde, I, 154-155, 188, 201). İlmiye ve vakıflara ait cihet tevcîhatı XIX. yüzyılda nizamnâmelerle bir düzene bağlanmıştır. Mevlâ tayiniyle ilgili 14 Cemâziyelâhir 1291 (29 Temmuz 1874) tarihli nizamnâmenin 4. maddesinde "... mazbata fetva makamınca tasdik edilip yazılacak işâret-i aliyye üzerine emr-i âlîsi yazılması" prensip olarak kabul edilmiştir (Düstur, Birinci tertip, III, 105-107). Bazan şeyhülislâm işâret-i aliyyesini ahaliden gelen şikâyet, mahzar ve kadıdan gelen i'lâm üzerine yazardı. Nitekim Hısnımansûr (Adıyaman) müftüsünün rüşvet aldığı ve fetvayı para ile sattığı, ahaliye eziyet ettiğine dair halkın arzuhalleri ve mahzarına istinaden Hısnımansûr nâibinin yazdığı i'lâm üzerine şeyhülislâm, "Ahalinin iştikâlarına binâen Edirne'ye nefy ü iclâ buyurulmak mercûdur, ed-dâî es-seyyid Mehmed Ârif Dürrîzâde, afâ anhü" tarzında işâret-i aliyyesini yazarak sadrazama sunmuş, o da "İşâretleri mûcibince Edirne'ye nefy ü iclâsiyçün eyalet valisine ve mahallî kadıya hitaben hüküm buyuruldu, 6 Cemâziyelâhir 1210 (18 Aralık 1795)" şeklindeki buyruldusunu yazmıştır (BA, Cevdet-Adliye, nr. 2848). Bu örnekte de görüldüğü gibi işâret-i aliyyede tarih bulunmamakta, sadece şeyhülislâmın kısa mütalaası, ismi ve imzası yer almaktadır. İlmiyeden olmasına rağmen hekimbaşı tayinlerinin şeyhülislâm işareti ve sadrazam telhisiyle olmayacağı şeyhülislâmın bir arzından anlaşılmaktadır (TSMA, nr. E. 668).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA