Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan itibaren kaynaklarda yer yer zikredilen bu teşkilâtın yaygınlık kazanması, Celâlî isyanları ile suhte isyanlarının arttığı XVI. yüzyıl sonlarına rastlar. İl eri ihtiyaç halinde toplanan bir askerî güç özelliği taşımakta olup genellikle köylü gençler, bazan da şehirli gençlerden oluşurdu.
İl erlerinin bir yiğitbaşının emrinde olmasından dolayı kaynaklarda umumiyetle bu ikisi birlikte anılmaktadır. Yiğitbaşılık esasında ahî teşkilâtı bünyesinde bulunuyordu. Yiğitbaşılar, Moğollar'ın Anadolu'yu istilâsı sırasında köylerin korunmasında da görev almışlardı. Bu görevleri sırasında köy gençlerini birer savaşçı olarak yazıyorlardı ve bunlara il eri deniliyordu. Bu sebeple XIV. yüzyılın karışık ortamında mahallî idareler kuran ahî tekkeleri koruyuculuk görevlerini köylere kadar yaydılar. İl erleri de bu devrin muteber milis kuvveti haline geldi.
Anadolu Selçuklu Devleti ordusunda timarlı sipahiler bünyesinde "ellibaşı" adı verilen müfrezelerin de il erlerine bir başlangıç teşkil ettiği söylenebilir. Orhan Bey devrinde Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil'in tavsiyesiyle kurulan yaya birliklerinin il erlerine benzediği ileri sürülür. Yaya birliklerinde her on kişiye bir baş tayin ediliyordu. Bunlar gönüllülerden meydana geliyordu. Yiğitbaşılık tabirinin ise bu devirde de kullanıldığı anlaşılmaktadır.
İl erleri Osmanlı askerî teşkilâtı içinde doğrudan yer almamaktadır. Ancak kale muhafızlarıyla birlikte civardan toplanmış il erlerinin de kalelerde bulunması, yardımcı kuvvet olarak istihdam edildiklerini göstermektedir. Bu birlikler ilk dönemlerde Rumeli fetihlerinde de bulunmuşlardır. II. Mehmed'in Rumeli'deki fetihlerinde asker arasında il erlerinin mevcut olduğu ve bunlardan ayrı olarak söz edildiği dikkati çekmektedir. İlk devirlerde il erlerinin görevleri arasında savaşlarda düşman içine girip esir almak da bulunuyordu. Bilhassa Slav prensliklerinden orduya haber getirmek onların göreviydi. Bundan sonra il erleri teşkilâtının, Anadolu'da asayişi sağlamaya çalışan diğer kuvvetler arasında özellikle XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren adı sık geçmeye başladı. Ancak ilk dönemlerdeki il erleri teşkilâtı ile XVI. yüzyılda ortaya çıkan il erleri denilen milis kuvvetleri arasında bazı önemli farklar vardı.
İl erlerine ihtiyaç duyulmasının en önemli sebebi hiç şüphesiz Celâlî ve suhte karışıklıkları ile sınır boylarında artan savaşlardır. Celâlî isyanları ile suhte isyanlarının Anadolu'da yoğun bir hal aldığı devirde devletin düzenli ordusu her yerde asayişi sağlayamadığı için mahallî bir güç olarak il erleri teşkilâtı ihya edilmiş olmalıdır. İl erlerinin halk arasından nasıl seçildiği ve kayıt işlemleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak 1647 tarihli Bursa Şer'iyye Sicilleri'nden nakledilmiş bilgilerden, mevkūfat defterinde kayıtlı her yirmi avârızhâneden bir il erinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca il erlerinin "yarar ve tuvânâ, harb ü darbe kādir" gençlerden seçildiği, asgari on, âzami 150 kişilik il eri birliğinin başında mutlaka bir yiğitbaşının bulunduğu, yiğitbaşıların sevk ve idarede kabiliyetli olması gerektiği bilinmektedir. Bütün bu işlemler mahallin kadısının nezâretinde gerçekleştirilmekteydi. Yiğitbaşıların yetkilerini bazan kadı, subaşı veya zaîm doğrudan üstlenebilirdi.
XVI. yüzyılın ortalarında Şehzade Bayezid vak'asından sonra Anadolu'da asayişin önemli derecede bozulması üzerine düzenli orduların yanı sıra il erleriyle hisar erlerinin de muhafaza ve emniyeti sağlamak için görevlendirilmesi gündeme gelmişti. Ayrıca kadılar da asayişin iyice bozulduğu devirlerde il erlerinden yararlanmak üzere divandan emir talebinde bulunuyorlardı. Bu uygulamadan, il eri yazma ve yiğitbaşı tayin etme izninin kadıların yetkisinde olmayıp merkeze ait olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu yetkiyi alan kadı il eri toplamak üzere çalışmalara başlayabilirdi. Bu şekilde kadılar, kendi çevrelerindeki ümerânın kapıkuluna karşı kendilerine bağlı bir başka güç meydana getirmiş oluyorlar, ayrıca bir bakıma "ehl-i örf" denilen kesime karşı yeni bir denge unsuru ortaya çıkmış bulunuyordu. Halkın bütünüyle silâhlanması karışıklıkları daha da arttıracağı endişesiyle hiçbir zaman istenmediği için onların içinden seçilen ve resmî bir niteliğe sahip kılınan il erleri teşkilâtının varlığında herhangi bir mahzur görülmemişti. Hatta onlara, bu mücadeleler sırasında silâh taşıyabilme izni yanında öldürdükleri suhte veya eşkıyanın kanlarının dava konusu olmayacağına dair temessükler verilerek imtiyaz dahi sağlanmıştı. İl erleri bu imtiyazlarla ve ellerindeki temessükler sayesinde cürüm ve cinayet resminden kurtulurlardı. Asayişsizlikten zarar gören halkın İstanbul'a başvurarak kendilerini savunmak üzere il eri yazılması için emir talep ettikleri de bilinmektedir. Nitekim Kanûnî Sultan Süleyman Sigetvar seferine çıkarken Anadolu'da baş gösteren suhte fesadı sırasında, halk bu sefere gidecek askerin boşluğunu doldurmak üzere il erleri yazılmasını ve başlarına yiğitbaşıların tayinini istemişti. Hatta reâyâ, arzu ettiği bir şahsın merkez tarafından yiğitbaşı tayin edilmesi yolunda istekte bulunabilmekteydi. Bazı durumlarda yiğitbaşılar mahallin eşraf ve âyanının rızâsıyla kadı tarafından tayin edilirdi. Bu teşkilâta sadece müslüman-Türk ahalinin yaşadığı bölgelerde rastlanmakta, gayri müslimlerin yoğun olduğu kesimlerde başka adlar altında mahallî kuvvetler bulunmaktaydı.
İl erleri sadece suhtelere karşı emniyeti sağlamak için değil ihtiyaç duyulan yerlerde de görevlendirilmiştir. Meselâ Kıbrıs seferi sırasında Anadolu sahillerini muhafaza etmek veya Avrupa'ya zahire kaçırılmasını önlemekle yükümlü tutulmuşlardı. İl erleri Türkmen aşiretlerinin isyanlarında da kullanıldı. Devlet bu isyanlara karşı oymaklardan yiğitbaşılar tayin etti. Yeğen Osman Paşa'nın isyanı sırasında Gelibolu muhafızı emrine girerek âsilerin Anadolu'ya geçmesini önlediler. Nefîr-i âm ilân edildiği zaman görev aldılar. Edirne bostancıbaşısının maiyetinde Rumeli'de "hayduk" eşkıyasının takibinde bulundular. Bunun gibi ehl-i fesâd ve harâmilere karşı martolos ve primükür gibi gayri müslimlerden teşkil edilmiş gruplarla birlikte mücadele ettikleri gibi züemâ, sipah ve yeniçerilerle beraber Kazak eşkıyasının te'dibiyle de görevlendirilip Karadeniz sahillerinin Kazak saldırılarından korunmasına yardımcı oldular. Ayrıca zaman zaman maden hizmetinde bulunan martoloslarla gerektiğinde birlikte vazife yaptılar. Mora beyine 1566'da yazılan bir hükümde il erlerinin Balyabadra Kalesi'nin tamiriyle görevlendirildiği belirtilmektedir. İl erlerinin kadıların emrinde çeşitli teftiş ve güvenlik hizmetinde bulundukları bilinmektedir.
Kaynaklarda il erlerinin yaptıkları görev karşılığında ne gibi bir ücret aldıkları açık olarak belirtilmemiştir. Bununla birlikte avârızhâneler karşılığı il eri talebi vergi muafiyeti imtiyazına sahip olduklarını düşündürmektedir. Ayrıca bazılarının sadece görevin niteliği çerçevesinde ve onunla sınırlı kalmak üzere belirli bir nakdî ücret aldığı söylenebilir. Nitekim 1647 tarihli bir hükümden, Bozcaada muhafazasına giden il erlerine Balya kazası haslarından bir miktar para ödendiği anlaşılmaktadır. İstisna kabul edilebilecek bir karşılık şekli de devletin il erlerine dirlik ve terakkî vaad etmesidir. Bu da İran savaşlarından dolayı suhte isyanlarının arttığı dönemde, medrese talebesinin durumunu yoluna koymak üzere 1584 yılında bir ferman (nişân-ı hümâyun) yayımlaması ile olmuştur. Buradan il erlerine dirlik ve terakkî verilmesinin âdet olmadığı, fakat zaruret halinde tahsis edilebildiği intibaı çıkmaktadır. Bunun yanında, mal ve mülklerinin korunması karşılığı zengin köylü veya timar sahipleri tarafından özel olarak desteklenmiş olabilecekleri de ihtimal dahilindedir.
İl erleri XVI. yüzyılın sonunda önemli bir teşkilât haline geldi. Yapılan düzenlemelerle bunlar resmî bir teşekkül hüviyeti kazandılar. Fakat giderek güçlenen il erlerinin asayişin sağlanmasında önemli roller oynaması onları ehl-i örf ile karşı karşıya getirdi. Ateşli silâhlarla mücehhez, sayıca da kalabalık böyle bir milis kuvvetinin mevcudiyeti kısa süre sonra problem haline geldi. Gevşek maddî bağları, gelecek endişesi, bu grupların Celâlî isyanları sırasında levent ve sekbanlara karışmalarına yol açtı. Bir bölümü de azılı Celâlî bölükleri haline geldi. Meselâ 1584'ten beri Hamîd sancağında il erlerine yiğitbaşılık yapmakta olan Neslioğlu Mehmed Çavuş il erleriyle birlikte Celâlîler'e katılmış ve başbuğ olmuştu. Yine Karayazıcı Abdülhalim de bir yiğitbaşı idi. Bazı il erlerinin de kendiliklerinden suhte saflarına katıldığı bilinmektedir. Bunlara karşı etkili bir tedbir alamayan merkezî idare, firar edenleri veya eşkıyalığa girişenleri kürek cezasıyla tehdit ediyor, bir taraftan da bunların başına yiğitbaşılar yerine çavuş, zaîm, sipahi gibi resmî bir sıfatı olan devlet görevlilerinden serdarlar tayin ederek, kontrolü sağlamak istiyordu. Bütün bu hadiselere, zamanla bir bölümü mahallî bir güç durumuna gelen âyan veya nüfuzlu paşaların kapılarında toplanıp onların insan gücü kaynağını oluşturmalarına rağmen il erlerine daha sonraki dönemlerde zaman zaman ihtiyaç duyulmuş ve farklı adlar altında da olsa milis kuvveti olarak istihdam edilmiştir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi