Sözlükte "aşılama ve dölleme" mânasına gelen ilkāh ve telkīh kelimeleri, esasen Arapça'da polenlerin taşınması suretiyle bitkilerin döllendirilmesini veya erkek hayvanın dişisini döllemesini ifade eder. Kur'an'da aynı kökten bir başka kelimenin kullanıldığı, "Biz rüzgârları aşılayıcı / dölleyici (levâkıh) olarak gönderdik" (el-Hicr 15/22) meâlindeki âyet, rüzgârların bitkileri dölleyici özelliğine veya artı ve eksi elektrik yüklü bulutları birbiriyle buluşturup yağmura dönüştürmesine işaret olarak yorumlanmıştır. Hadislerde de aynı kökün çeşitli türevlerinin hurma ağaçlarının çiçek döneminde sunî şekilde döllendirilmesi veya dişi devenin tabii usulde döllenmesi anlamında kullanıldığı görülür (Wensinck, el-Muʿcem, "lḳḥ" md.; İbnü'l-Esîr, IV, 262-263). Sunî ilkāh (tohumlama) tabiri, dişi hayvanın sunî yolla döllendirilmesi tekniğinin yanı sıra, XX. yüzyılda tıp bilimindeki gelişmelere paralel olarak tabii yollar dışında bir teknikle "kadının hamile bırakılması, sunî döllenmenin gerçekleştirilmesi" mânasında da kullanılır olmuştur. Ancak bu son gelişmenin eşler arası normal bir tıbbî tedavi boyutunda kalmayıp fıtrat, aile, evlilik, mahremiyet, nesep gibi fıkhî ve ahlâkî değerlerle çatışan yeni yöntemleri de ortaya çıkarmasıyla birlikte konu din bilimleri açısından dikkatle izlenmeye, birtakım dinî değerlendirme ve tedbirler gündeme getirilmeye başlanmıştır. Bu sebeple de ilkāhın biri hayvanlara uygulanan, diğeri erkeğin spermiyle kadının yumurtasının tabii birleşme dışı yollarla döllendirilmesini ifade eden yönüyle olmak üzere iki açıdan ele alınması gerekmektedir.
XX. yüzyıl içinde bilim ve teknolojide alınan mesafeler, özellikle gen mühendisliği ve veterinerlik bilimlerindeki hızlı gelişmeler sonucu hayvanların tabii yollar dışında birtakım hâricî müdahalelerle döllendirilmesi imkânını ortaya çıkarmış, buna paralel olarak belli bir talep ve pazar oluşmuştur. Cinsel yasak, mahremiyet ve ayıp gibi kavram ve değerler sadece insana has olduğundan hayvanların gerek kolayca döllenmesini gerekse nesillerinin ıslahını temin maksadıyla sunî tohumlama yöntemine başvurulması kural olarak câiz görülmekle birlikte konu fıkıh kaynaklarında özellikle ücretli tohumlama ve ücret ödemenin gebelik şartına bağlanması durumları başta olmak üzere belli açılardan tartışılmıştır.
Hayvanların ilkāhı konusuna hadislerde sınırlı biçimde temas edilir. Bazı hadislerde "bey'u'l-melâkīh", "bey'u'l-medâmîn", "bey'u'l-mecr", "habelü'l-habele" şeklinde geçen ve çiftleşme öncesinde erkek veya dişi hayvanın dölünün ya da dişi hayvanın karnındaki ceninin satım sözleşmesine konu edilmesi şeklinde ortak bir içeriği bulunan işlemlerin yasaklanmış olması (el-Muvaṭṭaʾ, "Büyûʿ", 63), öncelikli olarak akid konusunun niteliğinin bilinmezliği sebebiyle taraflar arasında doğabilecek çekişme ve mağduriyetleri önlemeye yönelik bir tedbir niteliğindedir. Hz. Peygamber'in, tohumluk erkek hayvanın dişiyi döllemesi karşılığında para alınmasını yasakladığı yönündeki hadislere (Buhârî, "İcâre", 21; Ebû Dâvûd, "Büyûʿ", 42) İslâm hukukçularınca farklı açıklamalar getirilmişse de bu yasağı, yine Resûl-i Ekrem'in akidlerin garar* içermemesine ve gerçekleşmesi kesin olmayan sonuçlara bağlanmamasına verdiği önemin bir uzantısı olarak görmek gerekir. Bu sebepledir ki başta İmam Mâlik olmak üzere birçok fakih, erkek hayvanın dişi hayvana ücret karşılığı çekilmesini veya bu sebeple ücret ödenmesini meşrû saymakta, fakat akdin hayvanın gebe kalması şartına bağlanmasını câiz görmemektedir. Ancak bu işin ticarî amaçla ve profesyonelce yapılması durumunda yeni bilimsel gelişmeler de göz önünde tutularak tarafların haklarını koruyucu tedbirlerin alınması gerektiği açıktır. Öte yandan hayvanlara uygulanan sunî ilkāh yönteminin hayvanların kolayca döllenmesini temin, nesilleri ıslah ve verimliliği arttırma gibi mâkul çerçevenin dışına çıkarılarak tabii çevreyi ve dengeyi tahrip edici, fıtratı bozucu ve hayvan haklarını ihlâl edici boyutlara taşınması da tasviple karşılanmaz.
Günümüzde insanlar arasında cereyan eden sunî ilkāh (et-telkīhu's-sınâî, artificial insemination) denilince, kadınla erkek arasında tabii cinsel ilişki olmaksızın kadının herhangi bir teknikle gebe bırakılması kastedilir. Halk arasında tüpbebek (tıfletü'l-ünbûb, testtube baby) diye bilinen yöntem sunî ilkāhın sadece bir türünden ibarettir. Zamanımızda sunî ilkāh yöntemine çeşitli sebeplerle başvurulmaktadır. Bu muhtemel sebepler ayrıntıda çoğaltılabilirse de eşlerden birindeki bir eksiklik sonucu normal yolla hamileliğin mümkün olmaması veya kadının özel tercihi sonucu normal yolla hamileliğin istenmemesi olarak özetlenebilir. Eşleri ya da kadını bu yola sevkeden tıbbî veya iradî duruma göre ilkāhın uygulanış yöntemi de değişir.
Tıp ve genetik bilimlerindeki gelişmelere paralel biçimde giderek ayrıntılı bir hal alan sunî ilkāh yöntemi, esasen eşler arası bir tedavi ve çocuk sahibi olma yolu olarak kaldığı sürece dinen bir sakınca taşımadığı gibi teşvik de görmektedir. Anne ve babanın çocuk sahibi olmayı istemeleri dinin de koruduğu en tabii ve temel haklardan biridir. Ancak İslâm dini meşrû evlilik dışında çocuk sahibi olma yollarını yasak saymış ve bunu toplumsal bozulmanın sebebi olarak görmüştür. İslâm'ın evliliği teşvik edip zinayı yasaklaması, nesil, nesep ve aileyi zayıflatabilecek her türlü tehlikeye şiddetle karşı çıkması netice itibariyle yine insanın saygınlığını, toplum örgüsünün ve aile yapısının sağlamlığını hedef almakta, bu yönde akla ve selim fıtrata yardımcı olmaktadır. İslâm inancına göre diğer bütün nimetler gibi çocuk da Allah vergisidir (bk. eş-Şûrâ 42/49-50). Ancak Allah Teâlâ yarattığı her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Tabiat kanunu da denilen bu sebepleri araştırıp keşfetmek için uygun vasıtalara sarılmak kader inancı ile çatışmaz. Bundan dolayı çocuk sahibi olamayan eşlerin tedavi yoluna gitmelerinde ve bu tedavi sonucu çocuk sahibi olmalarında bir sakınca yoktur. Çağımızda konu hakkında görüş bildiren İslâm âlimleri, çocuk sahibi olamayan evli çiftlerin bu imkâna kavuşturulmasını olumlu bir gelişme olarak görmüş, sunî döllenme ve tüpbebek yönteminin de bu amaçla kullanılabileceğini ifade etmişlerdir. Fakat burada üzerinde ısrarla durulan husus, bu yöntemin kullanılmasında yabancı bir erkek veya kadının devreye girmemesi, sunî ilkāhta kocanın menisinin ve eşinin yumurtasının kullanılması ve hamilelik dönemini de yine bu eşin geçirmesi şartıdır. Buna uyulması kaydıyla sunî döllenmenin rahim içinde gerçekleşmesi veya rahim dışında gerçekleştirilip sonradan anne adayı eşin rahmine konması dinen sakınca teşkil etmez. Ancak bu yöntemin, kocanın veya kadının tabii yoldan hamile bırakma yahut hamile kalma imkânının olmaması durumunda uygulanabilecek istisnaî bir çözüm ve tedavi şekli olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.
İslâm dünyasında sunî ilkāhın cevazı veya hangi şartlarda câiz olacağına ilişkin tartışmaların ve farklı yorumların çoğalmasının ardından konu değişik ilmî toplantılarda ele alınmaya başlanmıştır. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 1978 yılında aldığı bir kararda, normal yolla çocuk sahibi olamayan nikâhlı karı kocanın tüpbebek yöntemine başvurmasında spermin, döllendirilecek yumurtanın ve bu yumurtanın gelişeceği rahmin bu eşlere ait olması, işlemin gerek anne ve baba gerekse doğacak çocuğun maddî, ruhî ve aklî sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin olmayacağının tıp otoritelerince belirtilmesi şartıyla dinen bir sakınca bulunmadığını, buna karşılık eşlerin dışında üçüncü bir şahsın sperm, yumurta veya rahminin kullanımının insanlık duygularını rencide ettiği ve zina unsurlarını taşıdığı için dinen câiz olmadığını belirtmiştir. 3 Şubat 1987 tarihinde Kahire'de toplanan Milletlerarası İslâm Tıp Konferansı'nda da benzeri bir yaklaşımla, karı koca dışında bir şahsın devreye girdiği sunî ilkāhın dinen haram olduğu gibi birçok ahlâkî ve hukukî mahzurlar taşıdığı, fert ve toplum sağlığı açısından da kabul edilemez olduğu belirtilmiştir (er-Râbıṭatü'l-İslâmiyye, sy. 266 [Mekke 1407/1987], s. 32-36). Râbıtatü'l-âlemi'l-İslâmî'ye bağlı Mekke'deki el-Mecmau'l-fıkhiyyi'l-İslâmî ile İslâm Konferansı Teşkilâtı'na bağlı Cidde'deki Mecmau'l-fıkhi'l-İslâmî, çeşitli toplantılarında konuyu ele alarak farklı yaklaşımları tartışmaya açmış, bu süreç çerçevesinde birinci akademi, 11-16 Rebîülâhir 1404 (14-19 Ocak 1984) tarihli yedinci dönem oturumunda verdiği kararı 28 Rebîülâhir - 7 Cemâziyelevvel 1405 (20-28 Ocak 1985) tarihli sekizinci dönem oturumunda tekrar ele alarak önceki kararda benimsenen, kocanın sperminin doğum yapamayan eşinin yumurtasıyla döllendirilip diğer eşinin rahmine yerleştirilmesinin câiz olduğu görüşünden dönmüş, bu usulün de sakınca taşıdığını belirterek sadece karı koca arası dâhilî veya hâricî sunî ilkāha cevazı benimsemiştir (Ḳarârâtü Meclisi'l-Mecmaʿi'l-Fıḳhiyyi'l-İslâmî, s. 92-93, 137-143, 150-157). İslâm Konferansı Teşkilâtı'na bağlı Mecmau'l-fıkhi'l-İslâmî de 10-16 Rebîülâhir 1406 (22-28 Aralık 1985) tarihli Cidde oturumunda konu hakkında görüşme yapmış, ancak bir sonuca varmadan daha ayrıntılı bir çalışma yapma kararı almış, 8-13 Safer 1407 (12-17 Ekim 1986) tarihinde Amman'da yaptığı toplantıda, 1. Kocanın sperminin arada evlilik bağı bulunmayan bir kadından alınan yumurta hücresiyle döllendirilmesiyle oluşan embriyonun karısının rahmine yerleştirilmesi; 2. Yabancı bir erkeğin spermi kullanılarak yapılan döllendirme sonucu oluşan embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi; 3. Eşlerden alınan yumurta ve sperm hücrelerinin dışarıda döllenmesiyle oluşan embriyonun hamile kalmaya gönüllü bir başka kadının rahmine yerleştirilmesi; 4. Yabancı bir erkeğin spermiyle yabancı bir kadının yumurta hücresinin dışarıda döllendirilmesi ve embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi; 5. Kocanın spermiyle karısının yumurtasının dışarıda döllendirilmesiyle oluşan embriyonun kocanın diğer karısının rahmine yerleştirilmesi şeklinde yapılan sunî döllenme uygulamalarının şer'an câiz olmadığı kanaatine varmıştır. Buna karşılık kocanın spermiyle karısının yumurtası alınarak dışarıda döllendirilmesi ve oluşan embriyonun aynı kadının rahmine yerleştirilmesiyle kocanın sperminin alınıp karısının döl yatağı ya da rahminde uygun bir bölgeye bırakılarak iç döllenmenin sağlanması yöntemlerinin tedavi karakteri taşıyan ve dinî ilkelere ters düşmeyen bir yol olduğu görüşü benimsenmiştir (Mecelletü Mecmaʿi'l-Fıḳhi'l-İslâmî, II/1 [1407/1986], s. 381; III/1 [1408/1987], s. 515-516; konu etrafında yapılan tartışmalar ve ileri sürülen farklı görüşler için bk. a.g.e., II/1, 233-380; III/1, s. 423-511). Günümüze kadar değişik İslâm ülkelerinde yapılan ilmî toplantılarda alınan kararlar ve verilen fetvalar da bu yönde olmuştur (bu konuda bk. Şevkī Abduh es-Sâhî, s. 93-96; Ziyâd Ahmed Selâme, s. 70-120; Ârif Ali Ârif, IV/13 [1998], s.116-117).
İslâm âlimlerinin konuya ilişkin değerlendirmeleri ve bu hususta alınan kararlar sunî ilkāhta döllenmenin üç unsurundan spermin kocaya, yumurta ve rahmin de onun karısına ait olması ve devreye üçüncü bir şahsın girmemesi şartıyla bu yolla çocuk sahibi olmakta dinen bir sakınca bulunmadığı, buna karşılık sperm, yumurta ve rahimden biri karı koca dışındaki bir şahsa ait olduğunda artık dinî cevaz dairesinin dışına çıkıldığı noktasında birleşmektedir. Bu tekniğin câiz görülmeyen şekilleri kullanıldığında doğacak çocuğun sperm babası, aile babası, yumurta annesi, taşıyan-doğuran annesi veya bunlardan en az üçü söz konusu olmakta, bu da farklı boyutta psikolojik-fıtrî bunalımlara, içtimaî ve ahlâkî problemlere yol açmakta, nesep karışıklığı doğurabilmektedir. İslâm dininin cinsel hayatla ilgili olarak getirdiği meşruiyet çizgisi aile müessesesinin ve nesebin, neticede de toplumsal yapının korunması konusunda gösterdiği hassasiyet, sunî döllenme konusunda böyle bir ayırımı haklı ve gerekli kılmaktadır.
Çocuk sahibi olamayan eşlere imkân hazırlanması gibi iyi niyetli bir başlangıcı bulunan bu yöntemin, bugün bazı Avrupa ülkelerinde görülmeye başlandığı şekilde evlenmeden kimliği belirsiz bir erkeğin sperminden çocuk sahibi olma, kocası iktidarsız veya spermleri yetersiz olduğunda karısını başka bir erkeğin spermiyle hamile bırakma, sperm bankası oluşturma gibi dinen ve ahlâken olduğu kadar fert psikolojisi, sosyal değerler ve doğan çocuğun hakları açılarından da kabul edilemeyecek uygulamalara doğru kaymakta olması İslâm dünyasının yanı sıra Batı'da da ciddi kaygılara yol açmakta, sadece din adamları ve muhafazakâr kesimlerce değil birçok sosyal bilimci ve düşünür tarafından da ağır biçimde eleştirilmektedir. Bu aynı zamanda ilmî ve teknik gelişmelerin dinî ve ahlâkî zemin kaybedildiğinde ne gibi kontrolsüz ve zararlı bir ivme kazanabileceğini, bu çerçevede oluşacak hukuk düzeninin bu tür yanlış uygulamaları önlemekte yetersiz kalabileceğini göstermesi bakımından da düşündürücü bulunmaktadır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi