Sözlükte "suyun akıp taşması, kanın akması" anlamındaki hayz kökünden türeyen istihâze kelimesi, fıkıh terimi olarak kadının rahminden hayız ve nifas halleri dışında genellikle de bir hastalık sebebiyle kan akmasını ifade eder. Bu durumdaki kadına da müstehâza denir.
Hayız ve nifas süreleri içinde gelen kan gibi istihâze dolayısıyla gelen kan da ibadetlerin ifası için gerekli olan maddî ve hükmî temizlik şartını ilgilendirdiğinden fıkıh kitaplarında "tahâret" bölümünde ele alınmıştır. İstihâzeyle ilgili dinî hükümlerden önce hangi durumlarda gelen kanın istihâze kanı olduğunun tesbiti önem taşımaktadır. Fıkıh kitaplarında çok çeşitli ihtimallerden hareketle yapılan ayrıntılı açıklamaların o dönemlere ait bilgi ve tecrübe birikiminden kaynaklandığı, uygulanması kolay olan bazı ölçütler geliştirme niteliğini taşıdığı, bugün tıp ilminin imkânlarından yararlanarak kanın mahiyetinin tesbit edilmesinin, dinî hükmünün de ona göre verilmesinin daha isabetli bir davranış olacağı açıktır.
İstihâzeyle ilgili fıkhî hükümler diğer bazı hadisler yanında, özellikle kadın sahâbîlerden Fâtıma bint Ebû Hubeyş'in Hz. Peygamber'e gelerek kan akıntısının sürüp gittiğini ve bir türlü temizlenemediğini, bu durumda namaz kılıp kılamayacağını sorması üzerine Resûlullah'ın bunun hayız kanı olmayıp damardan aktığını, âdet süresi tamamlandığında yıkanıp namaz kılmaya başlamasını söylediğine dair hadise dayandırılmaktadır (Buhârî, "Ḥayıż", 8, 24; Müslim, "Ḥayıż", 62; Ebû Dâvûd, "Ṭahâret", 107-115).
Fıkıh âlimleri dinî hükümler açısından yaradan kan akması, idrarın tutulamaması veya burundan sürekli olarak kan gelmesi gibi bir özür hali olarak değerlendirdikleri istihâze kanının tesbitinde daha çok hayız süresini ölçü almışlardır. Buna göre her mezhepte hayız için belirlenen asgari süreden az veya âzami süreden çok veya lohusalık süresinden sonra akan kanın veya âzami süreyi geçmese bile bir kadının belirli âdet günlerinden sonra da akmaya devam eden kanın kural olarak istihâze kanı sayılması genel kabul görmüş olmakla birlikte Hanefîler dışındaki üç mezhebin âlimleri, bilgi ve tecrübesiyle kanın mahiyetini tesbit edebilen kadının bunu esas alması gerektiğini belirtmişlerdir. Ayrıca âdet görme çağına henüz ulaşmamış küçük kızdan, âdetten kesilen veya hamile olan kadından gelen kan da istihâze kanı sayılır. Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinin, hamilelik süresince de kadınların âdet görebileceği ve bu kanın belli şartlarda hayız kanı sayılacağı görüşü (Mv.F, III, 206-207) o döneme ait tıbbî bilgilerin yetersizliğiyle ilgili görünmektedir.
Hayız ve nifas halleri, kan akmaya devam ettikçe ve kanın kesilmesinden sonra boy abdesti alınmadıkça ibadete engel iken istihâze yalnızca abdesti bozan bir durum olup gusül gerektirmez. Dinî açıdan özür sayılan diğer durumlarda olduğu gibi istihâzede de özrün sabit olması için akıntının bir namaz vaktinin bütününü kapsayacak şekilde devam etmesi şartı aranır. Bu vakit içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bir kesintinin olması halinde bu kimse özürlülere uygulanan özel hükümden yararlanamaz. Bütün fakihler tarafından benimsenen bu şart gerçekleştiği takdirde müstehâza özür sahibi kimselerin hükmüne tâbi olur. Bu durumda, eğer istihâze kanı hayız veya nifas halinin devamında gelmişse önce bu halin sona ermesi sebebiyle boy abdesti alır, sonra da Hanefî ve Hanbelîler'e göre her namaz vakti için, Şâfiîler'e ve Mâlikîler'de bir görüşe göre ise her farz namaz için ayrı abdest almak şartıyla ibadetini yerine getirir. Mâlikî mezhebinde bir görüş de her namaz için ayrı abdest alınmasının şart değil müstehap olduğu yönündedir. Her vakit için bir abdestin yeterli olduğunu savunanlara göre bu vakitte -başka bir şekilde abdestini bozmadığı takdirde- her türlü farz, vâcip ve nâfile namaz, diğerlerine göre ise yalnız o vaktin farzını ve dilediği kadar nâfile namaz kılabilir. Akıntısı devam eden kadının, vücut ve elbisesine bulaşmasını önlemek için öncelikle kanı durdurucu veya azaltıcı tedbirlere başvurması gerekir. Ayrıca kan sadece ayakta, rükû ve secde durumlarında geliyorsa oturarak ima ile namaz kılmayı tercih etmesi de bir tedbir olarak tavsiye edilmiştir.
Çoğunluğa göre istihâze durumu hayızın aksine oruç tutma, Kur'an okuma, tavaf yapma ve camiye girme konusunda olduğu gibi karı-koca arasında cinsel ilişki için de bir engel teşkil etmez. Bazı tâbiîn âlimleri ise cinsel ilişkiyi câiz kabul etmemiştir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi