Sözlükte "haksızlık yapmak, azaltmak; hapsetmek, tutmak" gibi anlamlara gelen hakr masdarından isim olan hikr (çoğulu ahkâr), fıkıh ve medeniyet tarihi literatüründe kelimenin "hapsetme ve bir şeyi elde tutma" anlamıyla da bağlantılı olarak vakıf arazinin, üzerine bina yapılmasına ve ağaç dikilmesine izin verilmek suretiyle uzun süreli kiralanmasını ifade eder. Bu şekilde kiralanan yere veya kira ücretine de hikr denilmekle birlikte kelime terim olarak daha çok ilk anlamda kullanılmaktadır. Bu usulün çeşitli uygulamaları için belge ve kaynaklarda ayrıca tahkîr, ihtikâr, istihkâr, hakûre, muhâkere, ahkâr, hâkûre terimleri kullanılmakta, hikr yapana muhtekir, müstehkir denilmektedir. Bu uygulamaya Arabistan ve Kuzey Afrika'da genellikle hikr denilirken Anadolu ve Balkanlar'da "mukātaalı vakıf" tabiri kullanılmıştır. Nazarî olarak hikr hakları mülk üzerinde de geçerli olmakla birlikte bu uygulama genellikle vakıf konusunda yapılmıştır.
Hikrin Mısır'da en azından XII. yüzyıldan beri uygulandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Makrîzî (ö. 845/1442), Kahire'de bir kısmı bu yüzyıla ait olup çoğu şahıslara nisbet edilen yirmi beş kadar hikr hakkında bilgi vermektedir (el-Ḫıṭaṭ, II, 114-120). Hikr uygulaması Osmanlılar'da ise muhtemelen XVII. yüzyılda icâreteyn usulü ile aynı zamanlarda başlamıştır.
Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti'nin 11 Rebîülevvel 1332 (7 Şubat 1914) tarihli tezkiresinde, kaynaklara dayanılarak hikrin bilhassa fıkhî yönü ve tatbik usulü etraflıca anlatılmıştır. Buna göre hikr vakıf arazi üzerinde olan bir icâre akdidir; mahsul verme ve gelir getirme özelliğini büyük ölçüde kaybedip kiracısı bulunmayan vakıf arazinin elden çıkmasını önlemek ve devamlılığını sağlamak için üzerine bina yapılmak ve ağaç dikilmek suretiyle uzun süreli kiraya verilmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir vakıf toprak üzerinde muhtekir denilen kiracının yapmış olduğu bina, dikmiş olduğu ağaçlar onun mülkü durumundadır. Kira süresinin bitmesinden sonra rayiç bedeliyle (ecr-i misl) bu vakıf arazi veya arsa kendisinde kalır. Muhtekir, rayiç bedeli ödeyerek kiraya devam etmek isterse mütevelli vakfı başkasına veremez. Ancak muhtekirin iflâs etmesi veya kötü niyetli olması gibi sebeplerle vakıf zarar görecek olursa başkasına kiraya verilmesi câizdir.
İcâre müddeti için vâkıfın şartı varsa ona riayet edilir, hâkim izni olmaksızın buna muhalefet câiz değildir. Vâkıf şartı yoksa istihkâr müddeti en fazla üç yıl olabilir. Ancak vakfın menfaati göz önüne alınarak hâkim izniyle bu süre uzatılabilir. İstihkârın başlangıcında müstehkirden alınan ücret ecr-i misl iken sonradan bu ücret çok yetersiz kalırsa mütevelli müstehkirden kira ücretini artırmasını isteyebilir, fakat icâre akdini feshedemez. Müstehkirin ecr-i misli vermekten kaçınması halinde vakıf toprak üzerindeki binalar ve ağaçlar vakfa zarar vermemek şartıyla kaldırılabilir. Bunların mevcudiyeti gerekli ise bu durumda bina ve ağaçların kıymeti vakıftan ödenir, böylece bunlar vakfın mülkü olur. Müstehkirin vefatı durumunda vârislerin belirlenmiş şartlar çerçevesinde istihkârı sürdürmeye hakları vardır. Vârisler ecr-i misli vakfa öderlerse mütevelli vakfı vârislerden geri alamaz. Müstehkirin yaptığı bina ve ağaçların tamamıyla harap olması halinde istihkâr süresi bitince müstehkirin hiçbir hakkı kalmayacağı için arazi vakfa teslim edilir. Hikr akdinde belirlenen ücretin tamamı muaccel veya müeccel olabileceği gibi bir kısmı muaccel, bir kısmı da müeccel olabilir (Cerîde-i İlmiyye, I, 67-69).
Hikr (mukātaalı vakıf) usulünün icâreteyne benzeyen yönleri olmakla birlikte bunlar temelde birbirinden farklıdır. Benzeyen taraf, her ikisinden de peşin olarak bir meblağ (muaccele) veya yıllık kira (müeccele) alınmasıdır. Ancak hikrde alınan muaccele, icâreteynde olduğu gibi vakfın tamirine değil vakıf şartlarına göre gelirden faydalanma hakkı bulunanlara (mürtezika) gitmektedir. İcâreteynli vakıflarda arsa üzerindeki bina ve ağaçlar vakfa aitken hikrde yalnız zemin vakfındır, üzerinde sonradan ihdas edilen bina ve ağaçlar ise özel mülktür. Bu tür vakıflarda arsa üzerinde bulunan bina ve ağaçlar kime aitse vakıf arsayı da o kimse tasarrufunda bulundurur. Nitekim bir kimse mukātaalı vakıf üzerindeki kendi mülkü olan bina ve ağaçları satsa vakfa ait arazinin tasarrufu da satın alana geçer. Vakıf yer için ayrıca mütevellinin iznine gerek yoktur. Satış sırasında vakıf yerleri kendi tasarrufunda tuttuğuna dair açıkça kayıt düşerse bu takdirde vakıf yer satın alana geçmemiş olur (Ömer Hilmi, s. 140-141). Bu sebeple icâreteyn usulü vakıf açısından daha yararlı bir uygulamaydı. Bir vakfa ait arsa üzerinde bulunan mülk bina veya ağaçların mâliki onları başka bir vakfa akar olarak vakfedebilir, böylece arsa bir vakfa, üzerindeki bina ve ağaçlar başka bir vakfa ait olabilirdi. Ayrıca mukātaalı arsa üzerindeki mülk bina ve ağaçların hibe edilmesi, sahibinin ölümü halinde vârislerine intikali, satılması gibi tasarrufların hepsi hukuken kabul edilmiş, ancak bunların bazılarında mütevellinin izni şart koşulmuştur (a.g.e., s. 138-145).
Bir vakfı icâreteyn usulüyle kiraya verme imkânı ortadan kalkmadan mütevelli onu mukātaaya (hikre) veremezdi. İcâre-i vâhide ile işletilen bir vakıf arazinin hikre bağlanması için faydalanılması imkânsız derecede harap olması, tamiri için vakfın elinde nakdî imkânın bulunmaması, icâreteyn usulüyle kiralayanın mevcut olmaması, ayrıca hâkimin müsaadesi ve sultanın izni lâzım gelirdi (a.g.e., s. 138-139). Böylece vakfın mukātaaya bağlanması için mütevellinin önünde kısıtlayıcı birçok şart vardı. Bu hukukî işlemde kiralayana farklı mezheplere göre birtakım haklar verilmiş olsa bile bir vakıf malının hikrini yürütme yetkisi genelde kadıya aitti; kadıların bir vakıf muamelesi olarak hikr gelirleri ve muameleleri üzerinde önemli denetim yetkisi bulunuyordu.
İslâm dünyasında vakıfların dâimî icâreye verilmesi usulü büyük hızlanma ve artış göstermiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Mısır Evkaf Nâzırı Ali Paşa Mübârek, Kahire ve Tanta gibi şehirlerin imarı için şahıslara birçok vakfı hikr yoluyla vermiştir (el-Ḫıṭaṭü't-Tevfîḳıyye, II, 119; IX, 53). Dolayısıyla yüzyılın sonunda Mısır'da vakıflarda hikr akdi ve muamelesi yapanların sayısı çok artmıştı. 1930'larda sadece Evkaf Nezâreti'nin 11.000 hikr idare ettiği görülmektedir. Hikrin artışının diğer bir sebebi de gayri menkullerinin bir tecavüze uğramasından korkan borçluların bu uygulamaya gitmeleridir. Bunlar gayri menkulün rakabesini bir camiye itibarî bir değerle satmışlar, ödedikleri kira ile (hikr) arazinin intifâ hakkına sahip olmuşlardı. Ödedikleri hikr aldıkları toplu paranın yıllık faizine tekabül etmektedir (EI2 Suppl. [İng.], s. 369).
Hikr usulü vakıf araziye el uzatmanın ve onu kullanmanın hatta temellükün âdeta bir yolu olmuştur. Vakıf idarecileri çok defa vakıf kiralarını toplamada ihmalkâr davrandıklarından bir süre sonra zaman aşımı ile bu yerler tasarruf edenlerin mülkiyetine geçmiştir. Ayrıca bazı vakıf nâzır ve mütevellileri tarafından da bu usul istismar edilmiştir. Nitekim XIX. yüzyılda Filistin'de bazı mahallî kadı ve evkaf müdürleri birçok vakfı süratli bir şekilde icâre-i vâhide usulünden icâreteyne çevirmiş, vakfın zararına olarak bazı kimseler de bu yolla kazanç sağlamıştır. Nihayet 19 Cemâziyelâhir 1280 (1 Aralık 1863) tarihli irâde-i seniyye ile, mahkeme hükmü ve padişah iradesi olmadan vakıf statüsünde değişim yasaklanmıştır.
Hikr büyük ekseriyetle hayrî, yani gelirleri cami, hastahane, mektep, medrese ve fakirlere tahsis edilmiş olan amme vakıflarında uygulanmıştır. Kahire'deki hamamların çoğu eski büyük vakıflara hikr ödemekte, bundan da bu hamamların o vakıflara ait olduğu ortaya çıkmaktadır (Ali Paşa Mübârek, II, 28, 38, 113, 116; IV, 45; VI, 67-71). Mısır'da hikr gelirlerinin çok az yekün tuttuğu görülür. Ali Paşa Mübârek'in verdiği bilgilere göre XIX. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Kahire camilerinin bütün hikr gelirleri toplam gelirin ancak yüzde biri civarındaydı.
XX. yüzyılın başından itibaren hikri feshetmek için çalışmalar yapılmıştır. Mısır Evkaf İdaresi, 1898'den başlayarak çok az gelir sağladığı ve masrafını karşılamadığı için hikrleri satma yoluna gitmiştir. Fakat vakıfların satılması yasak olduğundan bu hususta büyük zorluklarla karşılaşılmıştır. Ehlî vakıflarda hikr Mısır'da 1952'de kaldırıldı. Irak'ta ise 1929'da vakıf idaresi kanunu ile hikr ve icâreteyn lağvedildi; ancak etkili olmadı. 1960 ve 1962'de hikrle ilgili yeni kanun çıktı. Buna göre mahkeme emlâkin değerini, vakfın ve müstecirin hisselerini belirleyecekti (EI2 Suppl. [İng.], s. 369-370). Türkiye'de icâreteyn ve mukātaa (hikr) 5 Haziran 1935 tarihinde çıkarılan kanunla kaldırıldı. Bundan sonra bu uygulama yasaklanarak mevcutlar tasfiye edildi. Bu vakıflar müstehkirlere bırakıldı; bunlar da yıllık olarak ödedikleri hikr bedelinin yirmi katı karşılığında arazilerin mâliki oldular (Köprülü, XVIII [1952], s. 246 vd.).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi