Meyl kökünden türeyen ve "bir şeyi bir tarafa doğru eğmek, yatırmak, meylettirmek" anlamına gelen imâle, sarf ve kıraat ilimlerinde "fethayı kesreye ve elifi yâ'ya yaklaştırarak seslendirmek" demektir. Arap dilinde aslolan fethalı harfi dudakları açarak (feth ile / imâlesiz) telaffuz etmektir. Bunun iki şekli vardır: 1. Feth-i Şedîd. Harfin fethalı okunuşunda ağzın "a" yönünde tamamen açılmasıdır ki buna "tefhîm" de denmiştir. İsti'lâ harfleri (خص ضغط قظ) ve râ ile lafzatullahın "lâm"ı istisna edilecek olursa (İbnü'l-Cezerî, I, 215, 218) gerek dilde gerekse kıraatte fethalı harfler için -Farsça'dan Arapça'ya geçme- bu açılım doğru bulunmamıştır (a.g.e., II, 30). 2. Feth-i Mutavassıt. Fethalı harfin feth-i şedîd ile mutavassıt imâle arası bir sesle okunmasıdır ki Arapça'da feth-i şedîdin uygulandığı yerler dışında kalan fethalı harflerin tamamı bu türün örneklerini oluşturur. Türkçe'de "fener" ve "felek" kelimelerindeki ikinci "e"lerin verdiği ses bu tür fethe örnek olabilir.
İmâle ikiye ayrılır: 1. İmâle-i Kübrâ (imâle-i şedîde, bath, mahd, idcâʿ, kesr). Fethanın kesreye, elifin "yâ"ya -tamamen çevrilmemesi kaydıyla- iyice yaklaştırılmasıdır. Anılan iki Türkçe kelimedeki birinci "e"lerin verdiği ses bu imâle türüne örnek teşkil edebilir. 2. İmâle-i Suğrâ (imâle-i mutavassıta). Feth-i mutavassıtla imâle-i kübrâ arası bir seslendirmedir ki buna "taklîl, beyne beyne, beyne'l-lafzateyn" de denir.
Kureyş fonetiğinin dahil olduğu Hicaz lehçesinde genelde imâle yoktur. Dillerinde en çok imâle bulunanlar, başta Temîm olmak üzere Esed ve Kays Aylân kabileleriyle Necid ahalisidir. Bu farklı fonetik incelikler, rivayet disipliniyle sınırlı olarak kıraatler içinde sağlıklı bir şekilde tesbit edilmiş ve korunmuştur. Meşhur on kıraat imamından Hamza b. Habîb, Kisâî ve Halef b. Hişâm النصارى، الهدى، مثواكم، موسى، يحيى، أتى، سعى، يخشى kelimelerindeki "yâ"dan çevrilmiş elifleri imâle ile (imâle-i kübrâ) okumuşlardır. Ebû Amr b. Alâ da bu tür kelimelerden "râ"dan sonra maksûr elif bulunanlarda (بشرى، النصارى، ذكرى) imâle yapmıştır. Nâfi' b. Abdurrahman'ın râvisi Verş ise bunlarda imâle-i suğrâ uygulamış, ayrıca vâvî veya yâî ayırımı yapmaksızın الهدى، يغشى، الضحى، سجى gibi kelimeleri de bu uygulama kapsamına almıştır. Âsım kıraatinin Ebû Bekir Şu'be b. Ayyâş rivayetinde sayılı örnekleri olan imâleli okuyuş, Hafs rivayetinde مَجْرَاهَا (Hûd 11/41) kelimesinde "râ"nın imâleli icrası ile sınırlı kalmıştır (ayrıntılar için bk. Dânî, s. 46-53; İbnü'l-Cezerî, II, 29-90).
İmâle zorunlu kabul edilmeyen (câiz) bir keyfiyet olmakla birlikte sesler arası uyuşmazlığı gideren, tını ve uyum güzelliği sağlayan fonetik bir keyfiyet olarak dilde ve kıraatte yaygın ve çok farklı uygulamalara konu olmuş, hemen bütün dil ve kıraat âlimleri bununla ilgilenmiş, Sîbeveyhi el-Kitâb'ında imâleyi altı ayrı başlık altında incelemiş, daha sonra imâle konusuna ağırlık veren ya da onu müstakil olarak ele alan eserler yazılmıştır. Ebü't-Tayyib İbn Galbûn'un Kitâbü'l-İstikmâl'i, Dânî'nin el-Mûḍıḥ'ı bu alanın ilk eserleridir. Abdülfettâh İsmâil Şelebî'nin de Fi'd-dirâsâti'l-Ḳurʾâniyye ve'l-luġaviyye el-imâle fi'l-ḳırâʾâti ve'l-lehecâti'l-ʿArabiyye adlı bir çalışması vardır (Cidde 1376/1957, 1391/1971, 1403/1983).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi