Kelimenin kökü olan hecv veya hicâ sözlükte "bir lafzı harflerini sayarak ve heceleyerek okumak, bir kişinin veya toplumun ayıp ve kusurlarını sayıp dökmek, yermek" anlamına gelir (Lisânü'l-ʿArab, "hcv" md.). Arap edebiyatında hiciv karşılığında hicâ terimi kullanılmakta, hiciv türü şiire ühcüvve, ühciyye (çoğulu ehâcî), karşılıklı hiciv söylemeye mühâcât, tehâcî, bir şiir parçasında hiciv özelliği bulmaya ihcâ denmektedir. Türk edebiyatında genel olarak hiciv, halk edebiyatında taşlama, çağdaş Türk edebiyatında ise yergi kelimeleri kullanılır. Bu türde yazılmış eserlere de hicviye adı verilir.
Hiciv en eski şiir türlerinden biridir. Batı edebiyatlarının kaynağı olan eski Yunan ve Latin şiirinde destanlardan başlayarak pek çok manzum metin içinde yer yer hiciv (satire) özelliği taşıyan parçalar bulunmaktadır. Eski Yunan'da hiciv şairi olarak bilinen ilk isim Archiloküs'tür (ö. m.ö. 635). Hicvin daha yaygın bir tür olarak bilindiği Roma'da ise Lucilius (ö. m.ö. 103), Horatius (ö. m.ö. 9) ve Juvenalis (II. yüzyıl) büyük hiciv şairleri olarak ün yapmışlardır.
Batı geleneğinde hiciv genellikle çirkin, yanlış ve gülünç âdetlerin ve hadiselerin mahiyetini zarafet ve maharetle ortaya koymak olarak anlaşılmış ve böylece hiciv edebî bir tür olmanın yanında sosyal bir fonksiyon da yüklenmiştir. Doğu edebiyatlarında ise sosyal karakteri genellikle bulunmayan hiciv, daha ziyade gerçek kişilerin yerilmesine dayandığından şahsî kinlerin ortaya döküldüğü bir tür olarak görülür ve çok defa müstehcen ve küfürlü hicivler akla gelir. XIX. yüzyılın sonuna doğru yayımlanan Türkçe antoloji ve teorik edebiyat kitaplarının çoğunda hiciv türü anlatılırken hicvin bu özelliğine dikkat çekilerek örnek verilmekten kaçınılmıştır. Bu özellikleri sebebiyle hiciv yazan şairler bu tür şiirlerinde çok defa mahlas kullanmamış ve bunları divanlarına almamışlardır.
Hicve konu olan kişi veya kurum geleneklerle yahut daha başka bir şekilde koruma altında bulunur. Bu koruma hiciv sayesinde aşılır, bu ise hicvi daha da güçlendirir. Totaliter rejimlerde ve istibdat dönemlerinde hiciv hayvan hikâyeleri veya herhangi bir alegori arkasına sığınır.
Hiciv yazarının (heccâv) amacı toplum veya kurumlardaki aksaklıkları, haksızlıkları, çarpıklıkları, insanın hoşa gitmeyen yönlerini alaya alarak yermektir. Hicvin oluşması için mizah, mübalağa ve kötüleme unsurlarının aynı hedefe yönelmesi gerekir. Bundan dolayı hiciv ve mizah birbirine karışabilir. Nitekim bu tür metinlerin toplandığı antolojilerde her iki türden örnekler bulunduğu gibi karikatür ve mizah dergilerinin çoğunda hicivler de yer almaktadır. İkisi arasındaki en önemli fark, mizahta sadece güldürme amacının olmasına ve tamamen uydurulmuş olaylara (kurgu) dayanabilmesine karşılık hicvin az veya çok gerçeği yansıtmasıdır. Mizahta genel konular işlendiği halde hicivde sosyal bir konu veya toplumu ilgilendiren bir mesele yahut çoğunluğun tanıdığı gerçek kişilerin hedef alınması esastır.
Bu türün ikinci unsuru olan mübalağa, hicvedilecek konunun veya kişinin esasen mevcut bir kusur yahut zaafının abartılarak gülünçleştirilmesidir. Üçüncü unsur olan kötüleme ise tenkidin daha aşırı bir şeklidir. Bu bakımdan hiciv methin karşıtıdır ve dar anlamda zem ile eş anlamlıdır. Hiciv yazarı konusuna çok defa merhametle değil nefretle bakar; amacı yaralamak, yıkmak, yok etmektir. Hicve halk edebiyatında taşlama denilmesi, Sihâm-ı Kazâ, Sihâm-ı İlhâm gibi hiciv eserlerinin adındaki ok (sihâm) kavramı, Batı ve Türk karikatüründe hicvin ok veya taş atan insanla sembolize edilmesi aynı düşüncenin ürünüdür.
Hiciv türünde bir eserin edebî değeri olması için zekâ ve nükte unsuru taşıması, zarif ve ince çağrışımlara açılması, mecaz, teşbih, istiare, mübalağa, hüsn-i ta'lîl, tecâhül-i ârif gibi edebî sanatları ihtiva etmesi gerekir. Bununla beraber özellikle kişileri hedef alan hicivlerde sempati ve şaka ile takılmaktan başlayarak tenkit ve muaheze ile şiddetini arttıran ve giderek alay, tahkir ve küfre kadar varan ifadelere rastlanır. Bu sonuncuların çoğunda da cinselliğe dayanan galiz sözler yer alır. Bu sözler hedef aldığı kişide gülüp geçmeden başlayarak incinme, kırılma, hakarete uğrama gibi etkiler bırakır. Şairler arasında vuku bulduğu zaman bu durum karşılıklı atışmalara sebep olur.
Hicivde sanat açısından itibar görmüş usullerden biri de metheder görünerek zemmetmektir. Ziyâ Paşa'nın Zafernâme Şerhi "ironi" de denilen bu tarzın en güzel örneklerindendir. Bu gibi hicviyelerde tabiatıyla tevriyeli kelimeler çok kullanılmıştır.
Fıkralarda olduğu gibi hicivde de espri sona saklanır. Kıtalar halinde yazılan hicviyelerde rubâîlere benzer şekilde ilk iki mısrada meseleye genel bir yaklaşım bulunurken son mısralarda asıl vurucu, şaşırtıcı, güldürücü, bazan müstehcen unsur yer alır.
Klasik dönemde hemen bütün türler gibi hicivler de pek az istisnasıyla manzum olarak vücuda getirilmiştir. XIX. yüzyıldan sonra roman, hikâye, tiyatro ve fıkra gibi nesir türleri arasında hicivler de yer almıştır.
Hicviyelerin bir gerçeğe dayanması, tenkit ve uyarı ihtiva etmesi sebebiyle didaktik tarza girdiği kabul edilmektedir. Bununla beraber bazı hicivler, hiddetindeki coşkunluk ve şiddet dikkate alınarak "lirizm ırmağının coşkun bir kolu" (Meriç, s. 35) şeklinde değerlendirilmiştir.
Arap Edebiyatı. Hiciv Arap şiirinin en eski ürünlerindendir. Dine dayalı lânetleme ve beddua formları kâhinlerin büyü mahiyetindeki secilerine, bunlar da irticâlî recezlere dönüşmüş, hiciv bu süreç içinde gelişerek bir edebî tür olarak ortaya çıkmıştır. İslâm öncesi dönemde birini hicvetmek isteyen bir Arap şairinin kâhinler gibi özel kıyafete bürünmesi, başını tıraş ettirip koku sürünmesi ve özel pabuçlar giymesi, hicivle ilâhlara yapılan ta'vîzât (sığınmalar) ve kâhin secilerinin yakın ilgisi olduğunu göstermektedir (Şevkī Dayf, I, 196-197).
Eski Arap toplumunda hiciv türü şiirin özel bir yeri vardı. Meselâ savaşlarda düşmana karşı kullanılan en etkin moral silâhı hicivdi. Bu sebeple şairler hicivlerini keskin kılıca, ok ve mızrağa benzetmişlerdir. Bir kabilede nüfuzlu olanlarla yiğitlik, mertlik, cömertlik gibi erdemlere sahip bulunanların yanı sıra korkaklar ve cimriler hicvin başlıca konusunu teşkil etmekteydi. Şair düşman kabileyi hicvederken onların moralini bozduğu gibi kendi kabilesini de yüreklendiriyordu. Nitekim Hz. Peygamber Hassân b. Sâbit'e, "Müşriklere karşı senin şiirin oktan daha tesirlidir" demiştir (Müslim, "Feżâʾilü'ṣ-ṣaḥâbe", 157; DİA, XVI, 400; Nesâî, "Menâsik", 121).
Genel olarak Arap şairleri hicviyelerinde, övgü şiirlerinde (methiye, fahriye) kullandıkları yiğitlik, cömertlik, yardım severlik gibi üstün niteliklerin zıddını kullanmışlardır. Bu arada ırz, namus ve şerefe, soy sopa ve kadınlara dil uzatan bayağı hicivlere de rastlanmaktadır. Özellikle bu durum öldürme ve yağmalama sebebiyle söylenen hicivlerde görülmektedir. Bununla beraber İslâm öncesi Arap edebiyatında yazılan hicivlerin genelde nezih olduğu söylenebilir. Meselâ dönemin büyük şairlerinden Nâbiga ez-Zübyânî, Züheyr b. Ebû Sülmâ, Meymûn b. Kays el-A'şâ istihza, istihfaf ve ta'riz sınırlarını aşmayan hicivlerle yetinmişlerdir. Buna karşılık Evs b. Hacer'in ve öğrencisi Hutay'e'nin hicivleri galiz ve müstehcendi, muallaka şairi Tarafe b. Abd'in ise dili ağırdı. Tarafe'nin ölümüne Hîre Meliki Amr b. Hind'i hicvetmesi sebep olmuştur (Mehmed Fehmî, I, 658). Hicivlerin iffet ve nezahet sınırları dışına çıkmasının bir sebebi de şiirin bazı şairlerce gelir kaynağı haline getirilmesidir. Hicivlerin çoğu hamâsî şiirler arasında bulunmakla beraber kısmen müstakil kasideler halinde yazılmış hicviyelere de rastlanmaktadır (Hüseyin Atvân, s. 323).
Kur'ân-ı Kerîm'de (eş-Şuarâ 26/224-227) kendi çıkarı için övdüğünü yeren, yerdiğini öven, lâyık olmayanı metheden veya haksız yere kötüleyen, bu doğrultuda yalan ve iftiradan sakınmayan, sözü fiiline uymayan, ırz ve namusa saldıran şairler yerilmiş, imanlı ve iyi hal sahibi şairlerin, hasımlarına karşılık vermek amacıyla şiir ve hiciv söylemelerine cevaz verilmiştir. İlk dönemlerde şiir ve hiciv İslâmiyet'i müdafaa için kullanılmış, Hassân b. Sâbit, Abdullah b. Revâha, Kâ'b b. Züheyr ve Kâ'b b. Mâlik gibi şairler hicivleriyle Hz. Peygamber'i, ashabını ve İslâm'ı tezyif ederek gözden düşürmeye veya dinin yayılmasını önlemeye çalışan putperest ve yahudi şairlere cevap niteliğinde hicviyeler yazmışlar, bu konuda Resûl-i Ekrem'den de teşvik görmüşlerdir. Nitekim Hz. Peygamber'i, ashabını ve İslâm'ı en güzel şekilde savunup onları tezyife çalışan putperest şairlere karşı susturucu cevaplar vermesi sebebiyle "şâirü'n-nebî" unvanıyla anılan Hassân b. Sâbit için mescidde bir kürsü kurulduğu, putperestleri hicveden şiirlerini bizzat Resûlullah ve ashabın dinlediği bilinmektedir (Buhârî, "Ṣalât", 68). Hz. Peygamber'i, ashabını ve İslâm'ı hicveden şairler arasında Hz. Peygamber'in amcasının oğlu ve süt kardeşi Ebû Süfyân el-Hâşimî, Abdullah b. Ziba'râ, Enes b. Züneym ve Kâ'b b. Züheyr gibi sonradan pişman olup İslâmiyet'i kabul edenler de vardır. Bunlar daha sonra Resûl-i Ekrem ve İslâmiyet'le ilgili çok güzel şiirler yazmışlardır.
Emevîler döneminde kabile taassubunun artmasına paralel olarak daha çok hiciv türü şiir yazılmaya ve muhtevaları da giderek sertleşmeye başladı. Şairin övdüğü kimseden beklediği ödülün gelmemesi, gecikmesi veya az bulunması, devlet adamlarının şairin işini görmemeleri, hasım tarafı tutmaları bu dönemde hicvin artmasının sebepleri arasında sayılmaktadır. Bundan dolayı Emevîler devrinde halife, vali, vezir, kâtip ve nakib gibi birçok devlet büyüğü öncekilere nisbetle daha ağır hicivlere hedef olmuştur. Bunlardan Hâlid b. Abdullah el-Kasrî ile Ömer b. Hübeyre en çok hicve mâruz kalan valilerdendi. Bu dönem şairleri hicivlerinde dinsiz, zındık, fâsık, fâcir, münafık, bid'atçı, zalim, zorba gibi yergi ifadelerine yer vermişlerdir.
Yine bu devirde Basra'da, kabilecilik taassubundan kaynaklanan ve "nekāiz" adı verilen bir hiciv türü gelişmiştir. Bu tür hicivde şair kendi kabilesini överken düşman kabileyi yerer, rakip şair de aynı vezin, kafiye ve revî ile ona cevap verir. İkincisi, ilkinin öne sürdüğü suçlamaları çürütmeye (nakzetmeye) çalıştığı için türe nekāiz denilmiştir. Bu şekildeki atışmalar genellikle pazar ve panayırlarda, kalabalıkların alkış ve tezahüratı arasında eğlence ve hoş vakit geçirme havası içinde cereyan ederdi. Böylece hiciv, halis yergi şiiri olmaktan çıkarak Basra'da yeni teşekkül eden bir toplumun eğlence ihtiyacına cevap veren sosyal, kültürel, entelektüel ve dolayısıyla sanat değeri olan bir karakter kazanmıştır. Bu atışmalara rağmen devrin en büyük şairleri Cerîr, Ferezdak ve Ahtal arasındaki dostluğun devam etmesi hicvin sanat ve kültür ağırlıklı olduğunu gösterir. Cerîr, yazdığı hiciv yüzünden Vali Hâlid b. Abdullah el-Kasrî tarafından hapse atılan Ferezdak'ı kurtarmak için onun adına validen özür dileyen bir şiir yazmış, hatta Ferezdak öldüğünde onun için mersiye bile kaleme almıştır. Ebû Temmâm'ın Neḳāʾiżu Cerîr ve'l-Aḫṭal (nşr. Antûn Sâlihânî, Beyrut 1922), Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ'nın Neḳāʾiżu Cerîr ve'l-Ferezdaḳ (Beyrut 1922) ve Ebü'l-Mugīs el-Evdî'nin Neḳāʾiżu Cerîr ve'l-Ferezdaḳ (I-III, Leiden 1905-1912) adlı derlemeleri neşredilmiştir. Nekāiz türü atışmalarda ilk başlayan daha avantajlı sayılırdı. Çünkü cevap veren onun belirlediği içeriğe ve biçime (vezin, kafiye, revî) uymak zorundaydı. Buna rağmen akıl ve muhakeme gücü, cedel kabiliyeti, delili delille çürütme yeteneği olan şairin üstünlük sağlaması da mümkündü. Hiciv ve nekāiz türüyle ilgili olarak "mühâcât, münâkazât, nekāiz, mesâlib, mekātil ..." genel başlıkları altında çeşitli müellifler tarafından birçok derleme yapılmış, ancak bunların hiçbiri zamanımıza ulaşmamıştır.
Nekāiz türü hiciv, Abbâsîler devrinde kabilecilik taassubunun zayıflamasıyla eski heyecanını yitirmiş, sadece Necid bölgesinde çöl şairleri tarafından sürdürülmüştür. Bu şairlerin başında gelen İbn Meyyâde, Muhârib, Esed, Müzeyne, Kudâa ve Yemen kabilelerine mensup birçok şairle münâkazada bulunmuştur. Bu münâkazalar arasında en güzel ve edebî olanları İbn Meyyâde'nin, Hakem el-Muhâribî ile Abdurrahman el-Esedî arasında cereyan eden nekāizidir.
Abbâsîler devrinde hiciv, içtimaî hayattaki gelişme ve farklılaşmaya paralel olarak ferdîleşmiş, kabile hicvinin yerini şahsı hicvetme almış, bu da hicvin biçim olarak değişmesine yol açmıştır. Bu türde kısa parçalara, bir beyitlik hicivlere bile yönelenler olmuş, şairler en yakın akraba ve dostlarını, hatta kendilerini bile hicvetmeye başlamışlardır. Meselâ Ebû Dülâme, Halife Mehdî'yi güldürmek için halifenin sarığı giydiğinde maymuna, çıkardığında domuza benzediğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Hammâd Acred ve Mutî' b. İyâs da bu tür hiciv şairlerindendir. Bu devirde hicvin en belirgin özelliği alaycı ve güldürücü tavrın yaygın oluşudur. Nitekim en iyi hicvin güldüren hiciv olduğuna işaretle Ebû Dülâme, "Hicvedince güldür" demiştir. Bu tarzın en usta şairi İbnü'r-Rûmî'dir. Ebû Amr b. Alâ'ya göre en iyi hiciv, bir genç kızın bile çekinmeden okuyabileceği yani nezih ve afif olan hicivdir. Bu devirde yaygın diğer hiciv türleri hakkında nükteli, alaylı, bayağı, namusa ve kutsala saldıran hiciv şeklinde çeşitli tasnifler yapılmıştır.
Abbâsîler devrinde Arap milliyetçiliğine karşı bir tepki olarak doğan, Arap asıllı olmayan aydınların oluşturduğu "şuûbiyye" akımına mensup şairler hicivden çok faydalanmışlar ve yergi oklarını Araplar'a ve Arap asıllı şairlere yöneltmişlerdir. Bu dönemde Di'bil b. Ali el-Huzâî, ağır yergileri ve vefasızlığı ile tanınan güçlü bir hiciv şairidir. Di'bil, başta Hârûnürreşîd olmak üzere iyiliğini görüp övdüğü herkesi daha sonra ağır biçimde hicvetmişti. Onun Ebû Temmâm ve Ebû Sa'd el-Mahzûmî ile de hicivleşmeleri vardır.
Müslüman İspanya'da da Arap hiciv geleneği sürmüştür. Endülüslü ünlü vezir ve şair İbn Zeydûn'un İbn Abdûs'e hitaben kaleme aldığı er-Risâletü'l-hezliyye ince alay unsurları ile dolu bir hiciv mektubudur. Arap edebiyatında hiciv şiire mahsus bir tür olup hiciv deyince şiir akla gelmektedir. Ancak III. (IX.) yüzyıldan itibaren mensur hiciv örneklerine de rastlanmaktadır. Makāmât tarzı eserlerde, Ebû Hayyân et-Tevhîdî'nin Mes̱âlibü'l-vezîreyn'inde ve Endülüslü yazar ve şair İbn Şüheyd'de mensur hiciv örnekleri görülmektedir.
Fars Edebiyatı. Fars edebiyatında hiciv, Abbâsî döneminden başlayarak şekil ve muhteva bakımından Arap edebiyatının etkisiyle gelişmiştir. Fars edebiyatının bilinen ilk hicviyesi, Firdevsî'nin Gazneli Sultan Mahmud hakkında yazdığı rivayet edilen hicviyedir. X-XII. yüzyıllardan itibaren İranlı şairler eserlerinde hiciv türüne de yer vermişler, bu nitelikte uzun kasideler, kıtalar ve mesneviler yazmışlardır. Ancak bu türde ilk defa bir akım başlatan şair, Mâverâünnehir bölgesinde yaşayan Sûzenî-i Semerkandî'dir (ö. 568/1173). Öğrencilerinden Ḳaṣîde-i Laḳlaḳ müellifi Ali Şatranc-ı Semerkandî, Cennetî-yi Nahşebî ve Lâmiî-yi Buhârî onun aynı bölgedeki takipçileri arasında yer alırlar. Ḫumḫâne adlı eserinde Sûzenî'yi ağır bir şekilde hicveden Hakîm Celâl (Celâlî) ve Sultan Sencer döneminin şairlerinden Kûşkekî-i Kâyinî dönemin hiciv yazan diğer şairlerindendir. Gazneliler devri şairlerinden Rûhî-i Velvâlicî ve Muhtârî-i Gaznevî'nin de hicivleri vardır. Bu dönemde şairlerin bir kısmı övdükleri kişilerden bekledikleri ödülü alamadıkları veya az iltifat gördükleri zaman, bu imkânlardan faydalanan şairleri gözden düşürmek için çok ağır hicivler yazmışlardır. Nâsır-ı Hüsrev, Senâî, Evhadüddin Enverî, Ebü'l-Alâ-i Gencevî, Zahîr-i Fâryâbî ve Cemâleddîn-i İsfahânî XI ve XII. yüzyıllarda hiciv yazan İranlı şairler arasında zikredilebilir. Ömer Hayyâm'ın da riyakâr zâhidleri yeren rubâî tarzında hicivleri vardır.
XII ve XIII. yüzyıllarda Moğol istilâsı devrinde hiciv ve hezl hem nazımda hem nesirde daha ilgi çekici bir hale gelmiş, bu dönemlerde yetişen şair ve ediplerden Sa'dî-i Şîrâzî Gülistân'ında, Evhadüddîn-i Merâgī Câm-ı Cem'inde, Hâfız-ı Şîrâzî gazellerinde, Seyf-i Fergānî kaside ve kıtalarında, Hâcû-yi Kirmânî bazı kıtalarında bu tür şiir örnekleri vermişlerdir. Dönemin özellikle hiciv ve hezl konusunda şiir yazan diğer bir şairi Ubeyd-i Zâkânî-i Kazvînî Aḫlâḳu'l-eşrâf, Risâle-i Dilgüşâ, Taʿrîfât ve Mûş u Gürbe adlı eserlerinde içtimaî hayatta siyasî çevrelerde görülen aksaklık ve çarpıklıkları hiciv ve hezl tarzında yermiştir. Bunların yanında, Ubeyd-i Zâkânî'nin ve Hâfız'ın etkisinde kalan Bû İshâk-ı Et'ime ve Dîvân-ı Elbise yazarı Nizâmeddin Kârî-yi Yezdî'yi de zikretmek gerekir.
Safevîler dönemi şairleri arasında hiciv türünde en çok şiir yazan Vahşî-i Bâfkī'dir. Vahîdî-i Kumî, Hayretî-i Tûnî, Nâdim-i Lâhîcânî, Şifâî-yi İsfahânî ve Şeydâ-yi Fethpûrî'nin de bu tür bazı şiirleri vardır. Şifâî hicivde güçlü bir şair olmasına rağmen doktoru olduğu Şah Abbas hoşlanmadığı için bu tür şiir yazmayı terketmiştir. Kaçarlar dönemi şairlerinden Şihâb-ı Türşîzî, Kāânî-i Şîrâzî ve Yağmâ-yi Cendekī de hiciv alanındaki şiirleriyle tanınmışlardır.
Meşrutiyet öncesi ve Meşrutiyet döneminde hiciv ve hezl yerini taşlama (tenz) türünden şiirlere bırakmıştır. Bu devirde halkı uyarmak amacıyla siyasî ve içtimaî muhtevalı manzum ve mensur eserler yazılmıştır. Bu tür şiir yazanların öncülüğünü, Nesîm-i Şimâl mahlasıyla tanınan Seyyid Eşrefüddîn-i Gîlânî yapmıştır. Bu dönemde taşlama tarzı eser verenler arasında Edîbü'l-Memâlik Ferâhânî, Mirza Aşkī, Îrec Mirza, Pervîn-i İ'tisâmî, Melikü'ş-şuarâ Bahâr ve Ali Ekber-i Dihhudâ'yı anmak gerekir.
XIX. yüzyılın sonlarından itibaren dergi ve gazetelerde hiciv türü şiirler görülmeye başlanmıştır. Bu tür şiirlere geniş ölçüde yer veren ilk gazete 1898-1899 yıllarında Tebriz'de yayımlanan İḥtiyâc'dır. 1907-1908'de yayımlanan haftalık Sûr-i İsrâfîl dergisinde de hiciv türüne geniş yer verilmiştir. Modern dönemin en başarılı hicivleri Dihhudâ'nın bu dergide yazdığı, daha sonra Çerend Perend (Tahran 1330 hş./1951) adı altında toplanan eseridir. İran'ın son büyük hiciv üstadı Zebîh Bihrûz'un Mirʾâtü's-serâʾir adlı eseri, Ubeyd-i Zâkânî'nin geliştirdiği edebî hiciv geleneğinin izlerini taşımaktadır.
Hiciv türünün siyasî niteliğini ve etkisini yitirmeye başladığı Rızâ Şah döneminde Tevfîḳ adlı bir dergi (1921-1927) yayımlanmıştır. Rızâ Şah tahttan ayrılınca Baba Şâmâl dönemin en iyi hiciv örneklerini kaleme almıştır. Muhammed Musaddık'ın iktidarı devrinde ve sonrasında daha çok sosyal içerik taşıyan hiciv örnekleri 1962'de tekrar çıkmaya başlayan Tevfîḳ dergisinde neşredilmiştir.
Türk Edebiyatı. a) Divan Edebiyatı. Divan edebiyatında hiciv mizahın sınırları içinde mütalaa edilmiştir. Başlangıçtan beri kesin sınırlarla belirlenememiş olan latife, mutâyebe, mülâtafe, hezl, ta'riz, zem, şetm, kadh gibi hepsi birer söz sanatı kabul edilen manzumeler de hicivle derece derece bağlantılıdır. Mizahla ilgili bu tür terim ve kavram kargaşasına açıklık getirmek üzere yapılan bir tasnife göre hiciv sadece yergi karşılığında kullanılıp bunun içerisinde yer alan ta'riz sataşma ve taşlamaya, tehzil alay ederek küçük düşürmeye, zem kınamaya, şetm ve kadh da sövmeye karşılık gösterilmiştir (Levend, TDAY Belleten [1970], s. 40; Mengi, JTS, XX [1996], s. 126). Divan edebiyatında kişi, kurum ve olayların yerildiği hicivler kaside, gazel, kıta, murabba, muhammes gibi nazım şekilleriyle yazılmıştır. Bu tür manzumelere hicviye, hiciv yazanlara hecâgû veya heccâv denilmiştir.
Klasik Türk şiirinde hiciv mücerret (temsilî) ve müşahhas (hakikî) mânada iki açıdan ele alınabilir. Mücerret mânasıyla hiciv, klasik şiirin odağında yer alan aşk ile yakından ilgilidir. Âşık ile rakip arasındaki mücadele tam bir hiciv atmosferinde cereyan eder. Kendini âşık kabul eden şair, sevgilinin diğer âşığı olan rakip hakkında daima olumsuz düşüncelere sahiptir ve her fırsatta onu hicveder. Âşık tarafından genellikle "adû, a'dâ" (düşman) ve "gayr, ağyâr" (başkası, yabancılar) gibi isimler altında anılan rakibin hicvedilişinde ona pek çok olumsuz özellikler yakıştırılması klasik şiirin genel karakterlerindendir. Tasavvufî şiirlerde Hak âşığının karşısında mâsivâ, rindâne şiirlerde rindin karşısında zâhid (sofu) âşık-rakip çekişmesini devam ettirir; burada mâsivâ ve zâhid hicvedilir. Ancak daha ziyade gazellerde görülen bu ifadelerin geçtiği manzumeler edebî bir tür olarak hicviye kabul edilmez.
Müşahhas mânasıyla hiciv gerçek kişilere yönelik olup söz konusu kişiyi kötüleme ve küçük düşürme amacıyla yazılır. Bu yönüyle sözlü saldırı demek olan müşahhas hicivde insan onurunu inciten mübalağalı ifadeler ve gerçeklerin ters yüz edilmesi söz konusudur. Bununla birlikte bu tür hicivler sayesinde halk çeşitli dertlerini, sıkıntılarını, öfke ve isyanlarını dile getirmek suretiyle rahatlar. Toplumun reaksiyonlarına uygun olarak birtakım sıkıntılardan akisler taşıyan, yazılmasa da söz halinde ağızdan ağıza dolaşan hicivler, çok defa mazlum halkın zalimden intikam alma arzusunu da tatmin eder.
Klasik Türk şairleri hicviyelerinde genellikle mahlas kullanmamış ve hicivci kimliklerini şair kimliklerinden ayrı tutmaya gayret ederek hicviyelerini divanlarına almamışlardır. Bunun sebepleri arasında hicvin bir küfür sözü gibi algılanması, şairlerin bu tür sözleri kayda değer bulmamaları veya onun getireceği tehlikelerden çekinmeleri sayılabilir. Fakat toplum nazarında düşecekleri kötü duruma, karşılaşacakları tepkiye rağmen hicviyelerini kaydeden, hatta onları bir mecmua haline getiren şairler de vardır.
Divan şiirinde hicvin konusu, herkese ve her şeye uyarlanabilecek kalıplaşmış özellikler etrafında yoğunlaşır. Hicvedilecek kişinin, olayın, kurumun yahut toplumun hicve değer olup olmadığına bakılmaz. Şair için şahsî kinler, nefret ve öfkeler, duyulan ıstıraplar ve uğranılan acılar hiciv için yeterli sebeplerdir. Bu durumda aynı hiciv herkes için geçerli olabilir. Nitekim bir heccâvın kızdığı bir kimseyi tehdit ederken söylediği, "Benim tamamlanmış bir hiciv divanım vardır, yalnızca hicvedilecek kişinin adı boş bırakılmıştır, oraya senin adını yazar, rezil ederim" sözü de bunu gösterir.
Hiciv daha çok methin karşılığı olarak görüldüğünden hicviyeler de methiyeler gibi genellikle kaside nazım şekliyle yazılmıştır. Ancak diğer nazım şekilleriyle yazılan hicviyelere de rastlanır. Klasik Türk şiirinin bilinen ilk hiciv eseri olan Şeyhî'nin Harnâme'si mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Fabl özellikleri taşıyan 126 beyitlik bu mesnevide başından geçen bir soygun olayını anlatan Şeyhî, eserin sonunda varını yoğunu kaybettiğini ve padişahtan adalet istediğini ifade eder.
Harnâme adını taşıyan diğer bir hiciv eserini de Molla Lutfî yazmıştır. Devlet bürokrasisindeki aksaklıkları ele alan eser "har" (eşek) kelimesinin geçtiği deyim ve tabirlerle teşkil edilmiştir. Sade bir dille çağının sosyal ve kültürel ortamını eleştirerek kişileri ve kurumları hicveden Lutfî'nin Harnâme'si dokuz varaklık küçük bir risâledir. Fâtih Sultan Mehmed devri müderrislerinden Mevlânâ Uslu ile (Uslu Şücâ, Şücâüddin İlyas) devrin vezirleri arasında bir münazara şeklinde kurulan eserde yer yer bazı manzum parçalar da bulunmaktadır.
Fuzûlî'nin Şikâyetnâme'si divan edebiyatında sosyal bir eleştiri eseri kabul edilir. Şairin Bağdat'ta kendisine tahsis edilen maaşı alamaması üzerine İstanbul'da bulunan Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye yazdığı bu mektupta devrin taşra bürokrasisi hicvedilmektedir. Nesir olarak kaleme alınan bazı eserlerde ve özellikle tezkirelerde de hiciv parçalarına rastlanmaktadır. Bu tür malzeme en çok Latîfî'nin kaleme aldığı tezkirede bulunur.
Divan edebiyatında hicvin en güzel örneklerinden birini Bağdatlı Rûhî vermiştir. Onun on yedi bentlik "Terkîb-i Bend"i, XVI. yüzyıl toplum düzenindeki çarpıklıkların ve taşra yönetimi teşkilâtının her açıdan hicvedildiği bir eserdir. Bu şiir yazıldığı dönemden itibaren pek çok şair tarafından taklit edilmiş ve yüzyıllar boyunca toplum düzenini yeren aynı muhtevada manzumelerin yazılmasına sebep olmuştur.
XVII. yüzyıl hiciv türünün geliştiği bir dönemdir. Bunun bir sebebi toplum yapısında gittikçe artan yozlaşma, diğer sebebi de şiir zevkinin geniş kitleler arasında yaygınlaşmasıdır. Bu yüzyılda yaşayan Güftî, Türk edebiyatı tarihinin tek manzum tezkiresi olan Teşrîfâtü'ş-şuarâ'sında başta kendisi olmak üzere birçoğu önemli makamlarda bulunan şairleri hicvetmiştir.
Divan şiirinde kişileri hedef alan, gerçek anlamda hiciv tanımına uyan manzumeler bu türün üstadı sayılan Nef'î tarafından yazılmıştır. Hicviyelerini derlediği Sihâm-ı Kazâ adlı eserinde mizahî eleştirilerden itham, tehdit, sövgü ve müstehcenlik derecesinde küfürlere varan her seviyede hiciv yer alır. Onun zarif hicivleri arasında Tâhir Efendi ve Şeyhülislâm Yahyâ'ya verdiği karşılıklar en meşhur olanlarıdır. Nef'î, çağının sanatçılarından başlayarak devlet büyükleri, âlimler, devrin ünlüleri ve ileri gelenlerinden oluşan pek çok insan hakkında hicviyeler söylemiş veya yazmıştır. Bununla birlikte hicvettiği insanların içtimaî mevkilerini ve sanatkâr kişiliklerini de fazla zedelememeye dikkat etmiştir. Meselâ bütün taşkın öfkesine ve sık sık hicvetme ihtiyacı duymasına rağmen Mantıkī, Kafzâde Fâizî, Nev'îzâde Atâî, Ganîzâde Mehmed Nâdirî, Riyâzî, Azmîzâde Mustafa Hâletî gibi söz erbabını sadece yermekle yetinmiş, onları başkaları için kullandığı müstehcen küfürler ve edep dışı ifadelerle hicvetmemiştir. Nef'î'nin hicvettiği şairlerin kendisine cevap verdikleri biliniyorsa da divanlarda hicviyelere yer verilmesi hoş karşılanmadığından bu manzumelerden pek çoğu unutulmuştur. Nef'î gibi bir hiciv ustasının yetişmiş olması Türk hicvinin gelişip genişlemesine yol açmış, onun sayesinde hiciv sonraki dönemin edebî muhiti içinde önemli bir yere sahip olmuştur.
XVIII. yüzyılın başlarında yazılan bazı eserlerde doğrudan doğruya hicviye olmamakla birlikte topluma ve kişilere yönelik yergilere rastlanmaktadır. Nâbî'nin Hayriyye'si bu tür eserlerden biridir.
Hiciv, özellikle Nef'î'den sonra divan şairlerince bir hayli yaygınlaştırılmışsa da hiçbir dönemde Haşmet ve çevresindekilerle (Koca Râgıb Paşa, Fıtnat Hanım) Seyyid Osman Sürûrî ve çevresindekiler (Vehbî vb.) arasında vuku bulan atışmaların canlılığına erişememiştir. Heccâv lakabını ve şöhretini hiciv ve nükteleri sayesinde elde eden Haşmet hicivde pervasızlığı, her önüne çıkanı yermekten zevk alışı yüzünden ömrünü Bursa ve Rodos'ta sürgünde geçirmiştir.
Divanında değişik seviyelerde hezl ve hiciv manzumeleri bulunan bir diğer şair de Tokatlı Ebûbekir Kânî'dir. Secili bir üslûpla kaleme aldığı mektuplarında da sık sık hicve başvuran Kânî'nin bu tarzdaki en önemli eseri Hirrenâme'sidir. Kedilerin, maceralarını kediler şahına anlatmalarından ibaret olan Hirrenâme süslü bir nesirle münşeat tarzında kaleme alınmıştır. Şair eserinde bozuk işleyen devlet çarkının eleştirisi, yozlaşan genel kabullerin yerilmesi gibi daha çok münşeat türüne uygun konuları hükümdara sunulacak bir arîza çerçevesinde başarıyla dile getirmiştir.
Divan edebiyatında hicve en yakın tür, mizahla beslenerek zaman zaman kişilere ve kurumlara yönelik eleştiriler getiren, kaba şaka ve alayların yer aldığı hezldir (bk. HEZL). Bu tarzın önde gelen isimlerinden Sürûrî gerek tarih manzumelerinde gerekse diğer şiirlerinde sık sık hicve de yer verir. Hezliyyât-ı Sürûrî'de şairin çağdaşı olan pek çok kişinin adı bir hiciv atmosferi içinde anılmıştır.
Eserlerinde hiciv yollu kaba şaka, iğrenç yerme, sövme, taşlama ve kınamaya yer veren şairler ve eserleri şöylece sıralanabilir: Deli Birader (ö. 1535), Dâfiu'l-gumûm ve râfiu'l-hümûm (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3226, 3629); Nihâlî Câfer Çelebi, Hiciv ve Hezliyyât (Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 154; Köprülüzâde M. Fuad, sy. 62 [1928], s. 185-187); Kılıççızâde İshak Çelebi, Hiciv ve Hezliyyât (Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 154); Veysî, Hicviyye (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2309); Fehîm-i Kadîm, Şehrengîz (İÜ Ktp., TY, nr. 2932, vr. 60a-64b); Tarzî Mehmed, Vasiyetnâme (İÜ Ktp., TY, nr. 3005; Nuruosmaniye Ktp., nr. 4967) ve Zillenâme (Nuruosmaniye Ktp., nr. 4967); Bahâî-i Küfrî, Ahkâm-ı Külliyye (mensur, a.g.e., s. 154); Osmanzâde Ahmed Tâib, Hiciv ve Hezliyyât (Ali Canib [Yöntem], II [1928], s. 103-129); Kâmî, Şerh-i Hicviyyât-ı Mü'min Şâhî (İÜ Ktp., TY, nr. 957, 3432; Süleymaniye Ktp., Hafîd Efendi, nr. 315); Süleyman Fâik, Mecmua (İÜ Ktp., TY, nr. 9577); İzzet Molla, Mihnet-i Keşân (İstanbul 1852); Bayburtlu Zihnî, Hiciv ve Hezliyyât (Sergüzeştnâme'si içinde, İÜ Ktp., TY, nr. 9601). Bunların dışında divan şairleri arasında hiciv vadisinde manzumeler söylemiş daha pek çok şair vardır. Özellikle latife ve hezliyyât mecmuaları içinde çok sayıda hiciv türü manzumeye rastlamak mümkündür. Divan şairlerinin kendilerine iyi davranmayan, haklarını vermeyen veya gasbeden devlet adamlarını ve hoş geçinemedikleri kişileri hicvettikleri göz önünde bulundurulursa günümüze intikal eden hiciv miktarının çok az olduğu anlaşılır. Hicvin kovuşturma sebebi olması, hiciv şairlerinin görevden uzaklaştırılmaları, sürgün ve hatta idam cezasına çarptırılmaları bu tür şiirlerin yalnızca dost meclislerinde okunmasına yol açmış ve yazıya geçirilmesini engellemiştir.
b) Halk Edebiyatı. Türk halk edebiyatında hiciv örnekleri genellikle manzumdur. "Taşlama" adını alan bu manzumelerde nazım biçimi olarak daha çok koşma, bazan da semâi kullanılır. Şiirlerinde bu türe ağırlıklı olarak yer verenlerin başında Dertli, Seyrânî ve Ruhsatî gelmektedir. Halk şairleri, diğer halk edebiyatı ürünlerinde olduğu gibi taşlamada da sevgilinin vefasızlığından rüşvete, adam kayırmaktan cahilliğe ve yalancılığa kadar çeşitli olumsuzlukları dile getirirken gerçekçiliği ve samimiyeti ön planda tutmuşlar, kadıları, zalim memurları, zenginleri, softaları, hile yapan esnafı, devlet ricâlini hatta sadrazamı bile ağır bir dille hicvetmişlerdir.
Alevî şairleri, diğer halk şairlerinin işledikleri konular yanında özellikle münkirleri, münâfıkları, softaları ve ahlâkî düşkünlükleri, hatta kendi zümrelerini dahi hicvetmişlerdir. Bektaşî şairleri tarafından yazılan nefeslerde de zaman zaman hicivlere yer verilmiştir (örnekler için bk. Gölpınarlı, s. 216, 218-220 vd.).
Halk edebiyatında önemli bir yeri olan atışma geleneği çok defa taşlama türü üzerine kurulmuştur. Saz şairleri atışmalarda, başta birbirlerinin beğenmedikleri davranışları olmak üzere toplumda gördükleri aksaklık ve yanlışlıkları hicvederler. Bu karşılaşmalarda âşıklar önce sazlarına düzen verip birer "divan" ile meclisi açar, daha sonra "tekellüm", "bulmaca" (muamma), "takılmaca" ve "taşlama" fasıllarına geçerler. Atışmalar daha çok soru-cevap ve tartışma şeklinde geçmekle beraber yarışma süresince âşıklar birbirlerinin açık taraflarını yakalamaya, yekdiğerini mat etmeye (bağlamaya) çalışır ve bunun sonucu olarak da birbirlerini, çok defa da fert ve toplum hayatında genel ahlâk anlayışına ters düşen yönleri hicvetmeye yönelirler. Atışmalarda hicvin dozu bazan yükselir. Ayrıca âşık hikâyecilerin fasıl esnasında okudukları parçalar arasında yer alan destanlar da genellikle taşlamadan oluşan mizahî manzumelerdir.
Cumhuriyet döneminde saz şairlerinin hemen tamamında taşlama örneklerine rastlanmakla beraber bu alanda ön plana çıkan isim Abdürrahim Karakoç'tur. Abdülvahap Kocaman ve Şemsi Belli de bu dönemde taşlama türünde örnekler vermiş önemli isimlerdir.
Başta Nasreddin Hoca, İncili Çavuş ve Bektaşî fıkraları olmak üzere pek çok fıkrada bencil, hilekâr, rüşvetçi, hamiyetsiz, tamahkâr, kavgacı, zorba, geçimsiz, dedikoducu, hırsız, dolandırıcı, haddini bilmez, arsız âşık, gurur ve kibir sahibi tipler tenkit, alay, istihza ve özellikle hiciv konusu olurlar. Fıkraların tezat bölümünde yer alan tartışma gülmenin yanında istihzanın, hicvin ve hikmetli bir sözün ortaya çıkmasını da sağlar. Atasözlerinde de fert ve toplum hayatında görülen çeşitli eksik ve yanlışlıklar etkili bir biçimde hicvedilmiştir.
Geleneksel Türk tiyatrosunda, özellikle Karagöz ve orta oyununda toplumun genel anlayışına ters düşen tiplerin hicvedildiği görülmektedir. Karagöz, devlet otoritesine ve kanunlara saygılı olmakla beraber zorbalık, rüşvet, aç gözlülük gibi kusurları; ukalâlık, dalkavukluk, hasislik, kurnazlık, sahte kahramanlık, menfaat düşkünlüğü gibi olumsuz tavırları ustaca hicvetmiştir. Karagöz'ün taşlamalarından padişahlar dışında hiç kimse kurtulamamış, onun sadrazamı bile yargılayıp Yedikule Zindanı'na kapatması devlet yetkilileri tarafından da hoşgörüyle karşılanmıştır (Enault, s. 367). Karagöz repertuvarında özellikle Mandıra, Çeşme, Kanlı Nigâr ve Meyhâne oyunlarında içtimaî hiciv önemli bir yer tutar. Bahçe, Aptal Bekçi, Hamam, Yalova Safası oyunlarında ise entrika karmaşık bir hal alır ve toplum vicdanını inciten olaylara karşı hiciv daha da keskinleşir. Karagöz'deki bütün tenkitlerin en önemli ortak yanının gülünçleştirme olması Karagöz'ün bir yönüyle de hiciv oyunu olduğunu gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosu içinde önemli bir yeri olan orta oyununda da günlük hayatın gülünçleştirilerek anlatıldığı, içtimaî ve siyasî bazı olayların hicvedildiği görülmektedir.
Aynı türün diğer bir kolu olan meddah hikâyelerinde ise hiciv unsuru yok denecek kadar azdır. Kâşifî, meddahlarda bulunmaması gereken otuz özelliği sıralarken azarlayıcı olmak, uygunsuz sözler söylemek, alay etmek, müslüman kardeşinin dedikodusunu yapmak gibi hususlara yer vermiş (Nutku, s. 57), meddahların hikâye anlatma töresini sekiz madde halinde sıralarken de alaylı ve kırıcı sözler sarfetmemeleri gerektiği üzerinde durmuştur (a.g.e., s. 65). Bunun sonucu olarak meddahlar hicve gerek kalmadan daha çok taklit yoluyla mizaha yönelmişlerdir.
c) Yeni Türk Edebiyatı. Batılılaşma dönemi Türk edebiyatının gelenekten ayrılan ilk hiciv türü örneği Ziyâ Paşa'nın Zafernâme Şerhi'dir. Tarihsiz birkaç taş baskısı bulunan ve ilk basımının 1869-1870 yıllarında olduğu tahmin edilen Zafernâme Şerhi'nde, Tanzimat sonrası diğer edebî tür ve şekillerde olduğu gibi Osmanlı hiciv geleneğinden gelen unsurlarla Batılı satir anlayışının izleri bir arada bulunur. 1866'daki Girit İsyanı'nda Sadrazam Âlî Paşa'nın sevkettiği donanmanın âciz ve başarısız kalması üzerine kaleme alınan eser konu olarak bu başarısızlığın bir zafer gibi gösterilmesine, bu vesile ile yöneticilerin, dolayısıyla devletin siyasî, idarî, içtimaî, iktisadî ve ahlâkî bütün olumsuz durumlarını metheder görünerek ince bir şekilde alaya alınmasına dayanır. "Zafernâme" adını taşıyan altmış altı beyitlik bir kaside, ona yapılan bir tahmîs ve bunların şerhinden meydana gelen üç bölümlü ve oldukça hacimli olan eserin (değişik basımlarda 65 ilâ 187 sayfa) her bölümünün Âlî Paşa'nın dalkavuklarından birinin ağzından yazılmış olması hicvin esprisini ve gülünçlük unsurunu güçlendirmiştir. Geleneksel hicvin aksine galiz ve müstehcen sözler ihtiva etmeyen, şahsî kusurlardan çok devlet idaresiyle ilgili tenkitleri dile getiren, bununla beraber hasmını yıkıncaya kadar hırpalayan, "kindar ve zalim bir fırça ile devrinin müşahhas bir tablosunu" (Tanpınar, s. 326) çizen Zafernâme Şerhi, bu özellikleriyle Batılı satir türünün oldukça başarılı bir örneği telakki edilmiştir. Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid eseri överken eski hicvin yani alelâde sövmelerin dışına çıktığını vurgularlar. Yusuf Mardin, Ziyâ Paşa'nın bu eserini yazarken İngiliz mizah ve hicvinden faydalandığını, özellikle onun Londra'da bulunduğu yıllarda Robert Browning'in henüz aktüel olan ünlü The Ring and the Book (1868-1869) adlı eserini model almış olduğunu ileri sürer. Türk edebiyatında Şeyhî'nin Harnâme'sinden sonra hem mahareti hem de zarafeti muhafaza ederek yazılmış ilk edebî hiciv örneği Zafernâme Şerhi'dir. Ziyâ Paşa'nın, Bağdatlı Rûhî'nin "Terkîb-i Bend"ine yapılmış nazîrelerin en güzeli olan "Terkîb-i Bend"i de müşahhas bir hedefi olmayan sosyal hiciv örneklerindendir.
Kitap basımıyla birlikte gazete ve dergi yayınının gittikçe çoğaldığı ve özellikle süreli yayınlarda halka hitap etmeye özen gösterildiği Tanzimat yıllarında hiciv edebiyatı da nisbî bir gelişme imkânı bulmuştur. Aynı dönemde ilk karikatür ve mizah dergilerinin yayın hayatına girmesi, hiciv yazılarının daha geniş bir okuyucu çevresi bulmasını sağlamıştır. Mizah dergilerinin sansür idaresiyle sık sık meselelerinin çıkması yazı ve resimlerindeki hiciv özellikleri sebebiyledir (Çapanoğlu, tür.yer.).
XIX. yüzyılın sonuna kadar Ziyâ Paşa'nınki dışında kitap çapında bir hiciv eseri yoktur. Bununla beraber dönemin bazı şairlerinin çeşitli hiciv manzumeleri bilinmektedir. Bunlar arasında Kanlıcalı Nihad Bey'in, Yûsuf Kâmil Paşa'nın, Koniçeli Mûsâ Kâzım Paşa'nın, Manastırlı Nâilî'nin, Hersekli Ârif Hikmet'in, Nâmık Kemal'in, Kemalpaşazâde Said Bey'in ve Adanalı Hayret'in, dönemin yazma şiir mecmualarında kalmış veya bazı dergilerde yayımlanmış hicviyeleri bulunmaktadır. Ancak bu hicivlerin çoğu şairlerin şahsî kinlerini aksettiren, çok defa da kaba hatta müstehcen manzumelerdir.
II. Meşrutiyet'in getirdiği başı boş hürriyet havası içinde hiciv türü manzume ve yazılarda olağan üstü bir artma görülür. Mizah dergilerindeki yazı ve resimlerin çoğu siyasî hicve dayanır. Bu atmosfer içindeki Meşrutiyet'in ilk aylarında geçmiş dönem hakkında; bir süre sonra da II. Abdülhamid ve çevresini hedef alan şiir, hikâye, roman ve tiyatro türünde çok sayıda hiciv örneği bulunmaktadır. Bunların birçoğunda edebî bir değer, hatta hiciv esprisi bile olmadığı sadece hakaret amacıyla kabalığa ve müstehcenliğe düşüldüğü görülmektedir. Dönemin en ünlü hicivcisi Şair Eşref'in İstimdâd (Mısır 1323), Şah ve Padişah (Mısır 1324), Hasbihâl, ([baskı yeri yok] 1908), İran'da Yangın Var (İstanbul 1324) adlarını taşıyan kitap ve risâlelerinin hemen hepsi siyasî hicivlerden meydana gelmiştir. Aynı yıllarda Cenab Şahabeddin'in Dahhâk-i Mazlûm takma adıyla yazdığı bazı mizahî yazıları arasında da hiciv türüne girecek örnekler vardır.
II. Meşrutiyet yıllarında eser vermeye başlayıp Cumhuriyet dönemine de yetişmiş olan Rıza Tevfik Bölükbaşı, İbnülemin Mahmud Kemal, Ahmed Kemal Akünal, Sami Mortan, Tâhir Olgun, Tâhir Nadi Divrikli, Hüseyin Rifat, Abdülbaki Baykara, Hamâmîzâde Mehmed İhsan, Namdar Rahmi Karatay, Ercümend Ekrem Talu ve Yusuf Ziya Ortaç'ın da çok defa ağızlarda dolaşan veya dergilerde kalmış, fakat hayatta iken kitap haline getirilmemiş hicivleri vardır. Bu dönemde şiir olarak hemen sadece hicivle meşgul olmuş ve bunları kitap halinde yayımlamış iki isim dikkati çeker: Halil Nihat Boztepe ve Fazıl Ahmet Aykaç. Her ikisi de hicvin kırıcı olmayan, nezih, zarif ve edebî örneklerini vermeleriyle şöhret yapmışlardır. Halil Nihat Sihâm-ı İlhâm (İstanbul 1921), Mâhitâb (İstanbul 1341 r.), Âyîne-i Devrân (İstanbul 1924) adlı kitaplarında Meşrutiyet dönemiyle Cumhuriyet'in ilk yıllarının siyasî şahsiyetlerini, yazarlarını ve şairlerini hicvetmiştir. Daha sonra yayımladığı, hiciv türünün en güzel ve dikkate şayan örneklerinden olan Ağaç Kasîdesi'nde (Ankara 1931, genişletilmiş olarak İstanbul 1947), ağırlığını dil devrimi teşkil etmek üzere döneminin çarpıklıklarını hiciv sanatının bütün inceliklerini kullanarak tenkit etmiştir. Yine onun gibi hicivde zarafeti ve edebî olmayı tercih eden Fazıl Ahmet de yazar, şair ve politikacıları hicvettiği şiirlerini Dîvançe-i Fâzıl der Vasf-ı Efâzıl ([İstanbul] 1329) ve Harman Sonu ([İstanbul] 1335) adlı kitaplarında toplamıştır (bu iki kitabıyla beraber çeşitli konuşma, yazı ve hicivleri için bk. Fażıl Ahmet: Hitabeler, Şiirler, Hicivler ve Sâire, İstanbul 1934). Halil Nihat ve Fazıl Ahmet hicivlerinde, daha çok eski veya çağdaşları olan şairlerin şiirlerine bir çeşit nazîre yazarak okuyucunun hâfızasında ciddiliğine alıştığı bir şiiri ironik duruma düşürme yoluna gitmişler, böylece hicivde gülünçlük unsurunu tehzîl yoluyla elde etmişlerdir.
Aynı dönemde yaşayan Neyzen Tevfik ise (Kolaylı) Bektaşî nefeslerini andıran bazı şiirlerindeki lirizme ve samimiyete karşılık hicivlerinde belki aynı samimiyetle, fakat çok defa galiz ve müstehcen kelimelerle kişileri iğnelemeyi tercih etmiştir (Hiç, İstanbul 1919; Azâb-ı Mukaddes, İstanbul 1340). Orhan Seyfi de (Orhon) manzum ve mensur siyasî hicivlerini Fiske takma adıyla yayımladığı Fiskeler adlı kitabında toplamıştır ([İstanbul] 1338).
Cumhuriyet döneminde bu tarz hicivler yerini siyasî ve içtimaî konulu örneklerine bırakmış, hiciv dili de öncekilere kıyasla tahkir ve müstehcenlikten uzaklaşmıştır. Bunlar arasında Faruk Nafiz Çamlıbel, daha çok yakın çevresindeki şair ve yazar dostları için yazdığı hicivleri ihtiva eden Tatlı Sert (İstanbul 1938); Orhan Seyfi Orhon Hicivler (Ankara 1951); Necip Fazıl Kısakürek Öfke ve Hiciv (İstanbul 1988); Ümit Yaşar Oğuzcan Taşlar ve Başlar (İstanbul 1966), Göbek Dâvâsı (İstanbul 1968), Dikiz Aynası (İstanbul 1983), Sözüm Meclisten Dışarı (İstanbul 1983); Halil Cengiz Alpay Başlattılar (İstanbul 1968), Gül Attılar (İstanbul 1968), Okşattılar (1969), Oynattılar (İstanbul 1969), Orman Zamanı (İstanbul 1976) adlı kitaplarıyla, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu Yeni İstiklâl gazetesinde Zümrüdüanka takma adıyla yazdığı manzum hicviyelerle, Arif Nihat Asya da çeşitli kitaplarına dağılmış manzum ve mensur hicivleriyle bu türde örnek vermiş şairler arasına girmişlerdir.
Cumhuriyet döneminde hiciv kavramı küçük hikâye ve roman türleri hakkında da kullanılmaya başlanmıştır. Böylece ya gerçek kişilerin alegorileri veya kurmaca tiplerle hikâye ve roman kahramanları toplum ve siyaset ortamının çarpık kişi ve meselelerini gülünçleştirerek sosyal bir hiciv tarzı geliştirilmiştir. Bu anlayışla önceki dönem edebî ürünlerine de dönülerek yanlış Batılılaşma ve alafranganın karikatürize edildiği Ahmed Midhat Efendi'nin Felâtun Bey ile Râkım Efendi (İstanbul 1292), Karnaval (İstanbul 1298); Recâizâde Ekrem'in Araba Sevdası (İstanbul 1314); Hüseyin Rahmi'nin Şık (İstanbul 1305), Şıpsevdi (1327) gibi eserleri birer sosyal hiciv romanı olarak değerlendirilmiştir. Ömer Seyfeddin'in Efruz Bey tiplemesiyle yazdığı yedi hikâyesi de hiciv edebiyatının başarılı örnekleri arasındadır. Bu hikâyelerde Efruz Bey'in şahsında başka bir isim zikredilmeden, Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ismayıl Hakkı (Baltacıoğlu), Satı Bey ve Mustafa Şekip (Tunç) fikir ve davranışlarıyla karikatürize edilerek hicvedilmiştir. Cumhuriyet döneminde bu türe girecek pek çok roman ve hikâye bulunmaktadır. Sadri Ertem'in Silindir Şapka Giyen Köylü (İstanbul 1933), Bacayı İndir, Bacayı Kaldır (İstanbul 1933); Refik Halit Karay'ın Ago Paşa'nın Hatıratı (İstanbul 1338), Kirpinin Dedikleri (2. bs. İstanbul 1336), Kadınlar Tekkesi (İstanbul 1956); Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü (İstanbul 1962) adlı kitaplarıyla Aziz Nesin ve Rifat Ilgaz'ın hikâye ve romanlarının birçoğu sosyal hiciv türüne girmektedir.
Gerek divan edebiyatı dönemine gerekse yakın döneme ait hicivlerin çoğu basılıp yaygınlaşmadığı, okuyucu tarafından da arandığı için zaman zaman değişik hiciv metinleri bir araya getirilerek antolojiler oluşturulmuştur. Bunların başlıcaları Zafer Arıkbağ – Dündar Akünal'ın Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah Şiirleri (İstanbul 1944), Hilmi Yücebaş'ın Hiciv Edebiyatı Antolojisi (İstanbul 1961), Ferit Öngören'in Cumhuriyet Devri Türk Mizah ve Hicvi (Ankara 1983, s. 165-202) adlı kitaplarıdır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi