Çözüm Süreci'nin neden başladığı ile ilgili yapılan analizlerin birçoğu hâlâ geçerliliğini koruyor:
Çatışmalı dönemin her iki taraf için de sürdürülemez oluşu, Irak ve Suriye özelinde Ortadoğu'nun müphem geleceği ve Türkiye'nin bölgesel ve küresel ölçekli bir aktör olma yolunda ilerlerken dış politikadan ekonomiye her alanda Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne hapsolması süreci başlatan nesnel koşullar olarak yerinde duruyor. Sürecin politik ekonomisi olarak da okunabilecek bu hesapların her birisini sürecin neden devam etmesi gerektiğinin de altına rahatlıkla yazabiliriz.
Kemalist ulus inşasının nişanelerinden olan etnik ve seküler vurgulu egemenlik anlayışının mağduru olmuş Kürtler ve dindarlar, toplumun diğer unsurlarını göz ardı etmeden, kalıcı bir ittifakın tohumlarını ekmek için süreci başlattılar. Bu Türkiye demokrasisi için bulunmaz bir fırsat olarak masada çözülmeyi bekliyor.
Peki, Türkiye'nin yeni aidiyet formlarından biri olmaya aday olan bu süreç neden durma noktasına geldi? Detaylara takılmazsak, son bir senede yaşanan Gezi eylemleri ve 17 Aralık sürecinden sonra PKK, çözümü fiili olarak askıya aldı. Bu süre zarfında, barış ve silahtan arınma gibi varoluşsal sorunlar yerine, Suriye'deki gelişmelere odaklandı. Son kertede, IŞİD karşıtlığı ile oluşan Kürt birlikteliği ve uluslararası koalisyon ile yaşanan flört, PKK'yı "Türkiye'de barış" temalı konseptten uzaklaştırıp Batı'nın desteğini almış yarını kestirilemeyen yeni bir Ortadoğu modeli arayışına yöneltti.
PKK kendisine Batı tarafından açılan bu kredinin ve hatta bölgedeki manevra kabiliyetinin tek nedeninin IŞİD'in karşısında sahada mücadele eden tek aktör olmasına yordu. 30 yıllık tarihinin son iki senesinde ayrıca Türkiye ile barışma sürecinde olmasını bu durumun bir nedeni olarak saymadı. Bu yanlış okuma sonucunda, Kobani ekseninde gelişen olayları müthiş bir dezenformasyonla Türkiye'ye fatura ederek sürecin gidişatını dinamitledi ya da Kobani'nin sürece dahil edilmesini isteyerek süreci yeni bir mecraya taşıma arayışına girdi.
Hükümet ise yola çıkılan ilkelerde herhangi bir sapma istemedi. Odağında PKK'nın silah bırakması olan sürecin sonuçlanmasıyla birlikte bütün vatandaşlarını memnun edecek formüllerle Kürt meselesini nihayete erdirmek istedi.
Gelinen noktada taraflar arasında çözüme ilişkin farklı tasavvurların ortaya çıktığı bir gerçek. Sürecin başında ortaklaştırılamayan çıkarların, süreç içerisinde tarafların çatışmasına neden olabilecek unsurlara dönüşme riski geç fark edildi.
Bu durum, süreç içerisinde zamanında atılması gereken adımların gecikmesine ve olası hamlelerin de atılamaz hale gelmesine neden oldu. Sürecin yöntemini sorunları yönetebilmek olarak kodlayıp, sorunları çözmenin ise zaman isteyen başka bir süreç olduğu unutulmamalı.
Özellikle Hükümet için, sorunları yönetebilmenin yegâne yolunun her şeyi duymaya ve dinlemeye açık olma ve ona göre akıl yürütüp, pozisyon alıp, strateji belirleyip, makul bir noktada çözümün aranması olmalıdır. Son kertede unutulmamalıdır ki, süreç yönetilebildiği müddetçe hedefler de kontrol altında tutulabilir.
Bu minvalde, sürecin aksayan yönleri hemen analiz edilerek, süreci tekrardan canlandıracak girişimlere yönelmek gerekiyor: Öncelikle, süreci yapıcı ve barış yanlısı bir dile çevirmenin önemi özellikle son yaşanan olaylarla birlikte anlaşıldı. İkincisi, sürecin yapısal ve teknik boyutlarında güncel gelişmelerin sürece eklemlenmesi sebebiyle oluşan dağınıklığı toparlamak gerekiyor.
Şimdiye kadar hangi aktörün hangi adımları attığının muhasebesinin yapılıp yeni yol planının oluşturulması sürece yeni bir ivme kazandıracaktır. Üçüncü ve son olarak, süreç takviminin güncellenmesi gerekiyor. Süreç her ne kadar kabataslak bir zaman çizelgesi ile başlasa da, Türkiye'nin 2013'ün ikinci yarısında bölgesel gelişmelerden etkilenmesi bu takvimi geciktirdi. Zor virajların dönülmesiyle birlikte yenilenmeyen süreç takvimi, geri çekilme gibi ucu açık taahhütlerin gerçekleşmemesini beraberinde getirdi. Bu dinamiği tekrardan hayata geçirmek için kamuoyunda üçüncü göz olarak adlandırılan her iki tarafın da samimiyetinden ve hakkaniyetinden şüphe duymadığı isimlerden oluşan bir "İzleme Komisyonu" oluşturulabilir.
Son söz olarak, tarafların bütün açıklığıyla masaya oturup, karşılıklı bir uzlaşı ile ortak gündem, ortak takvim ve son kertede silahların devreden çıktığı ortak siyasal geleceği inşa etmeleri gerekiyor.