Medyanın bağımsızlığı, içerik üretme süreçlerinde herhangi bir baskıdan muaf olma durumunu ifade eden negatif özgürlük nosyonuyla yakından ilişkili olduğu kadar bireylerin haber alma hakkı ile de doğrudan irtibatlıdır. Tarihsel açıdan medyaya atfedilen bilgilendirme rolü, onun bireylerin çıkarlarını ilgilendiren durumlardaki denetleyici fonksiyonuyla daha da fazla anlam kazanmaktadır. Süreç içerisinde ticari çıkarların medyadaki egemenliği ve oligopol piyasa mantığı ile ortaya çıkan bağlam, medyanın kendisine atfedilen rollerin de sorgulanmasını beraberinde getirmiştir. 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında internet teknolojilerindeki yeniliklerle birlikte hayatımıza giren yeni medya ortamları, bu noktada birer imkan olarak görülmüş ve konvansiyonel medyadaki yozlaşmanın panzehri olarak takdim edilmiştir. Arap devrimleri sürecinde otoriter hükümetlere karşı sivil toplumun güçlenmesi ve görece demokratik bir toplumun inşasında oynadığı rol, neoliberal ekonomi politikalarının yarattığı eşitsizliklere karşı alt sınıfların sesi olma anlamında üstlendiği işlev ve en nihayetinde bireylere sınırsız imkanlar tanıyarak yarattığı değişim yeni medya ortamlarına ilişkin olumlayıcı yaklaşımın ana argümanları olarak dikkat çekmiştir.
Yeni bir medya ekosistemini ortaya çıkaran internet tabanlı değişimler geleneksel medyaya oranla sınırsız bir çoğulculaşmayı mümkün kılmış fakat gelinen noktada bu sınırsızlık faydalarından ziyade risk ve tehditleri ile tartışılır olmuştur. Öyle ki seçimlere müdahale iddiaları, aşırı sağ ve İslam karşıtı fikirlerin serbest biçimde dolaşımı, şiddet ve pornografinin yanı sıra fake news konusundaki artış dijital platformlarda karşılaşılan en önemli sorun alanları olmuştur. Artan enformasyonun yarattığı bilgi kirliliğinin yanı sıra devletler için de birer güvenlik sorunu haline gelen söz konusu platformlar, gelinen noktada devletlerin sınırlarını aşan ve bizatihi onlar açısından sorun teşkil eden birer güç merkezi haline gelmişlerdir. Pandemi dönemi ile birlikte ticaret akışının daha fazla dijitalleştiği ve küresel pazarın birkaç şirket öncülüğünde oligopol bir nitelik arz ettiği düşünüldüğünde, bahse konu mecraların sadece güvenlik boyutu ile değil ekonomi-politik açıdan da ciddi tehditler arz ettiği görülmektedir. Ulrich Beck'in teknoloji ile ortaya çıkan yeniliklerin bir riski de beraberinde getirdiğini belirttiği teorisi dijital alanların bugünkü tartışmalı pozisyonu ile birlikte düşünüldüğünde daha da fazla önem arz etmektedir.
Dijital egemenlik ve Türkiye'nin pozisyonu
Sınır kavramını ortadan kaldıran dijital platformların devletler ile kurduğu ilişki genel itibarıyla iş birliği yerine çatışmalı bir model üzerinden ilerlemektedir. Benzer biçimde Türkiye'de de bu alanların düzenlemesi ile ilgili olarak 2000'lerin başından itibaren ciddi sorunlar yaşanmış ve birçok siteye yönelik erişim engeli tedbirleri uygulanmıştır. Son yıllarda dijital platformların ekonomik ve güvenlik açısından taşıdığı riskler sebebiyle ise bu mecralara yönelik normatif düzenlemeler daha fazla tartışılmıştır. Netflix ile başlayan dijital platformların regülasyonu konusu bugün WhatsApp'ın dayattığı sözleşme ile farklı bir noktaya evrilmiş ve gelinen noktada kamuoyunda bu alana yönelik ciddi bir farkındalık oluşmuştur. 5651 sayılı Kanun'da yapılan değişiklikle birlikte Türkiye'de erişimi bir milyonun üzerinde olan mecralara yönelik temsilci atama zorunluluğunun ardından Facebook, Instagram, YouTube, TikTok, LinkedIn, Dailymotion ve VK gibi şirketlerin yasaya uyması muhataplık müessesinin teşkil edilmesi anlamında önemli bir boşluğu doldurmuştur. Birçok önemli şirketin temsilci atamayı kabul etmelerini beyan etmesinin yanı sıra WhatsApp'ın bir güncelleme ile üçüncü kişi/kurumlarla yapacağı bilgi paylaşımını gelen tepkiler üzerine ertelemesi önemli bir başarıyı gösterdiği kadar dijital alanda egemenlik kurma adına yeterli değildir. Twitter ve Pinterest'in kendilerine tanınan süre içerisinde herhangi bir temsilci atamaması ise bu alanda net bir uzlaşı tesis edilemeyeceğini göstermektedir. Peki hukuki boyutta ihdas edilen yasalar dijital egemenliğin sağlanması noktasında tek başına yeterli midir?
Dijital egemenliğin çok boyutluluğu
Hiç kuşkusuz Türkiye'nin yasal düzenlemelerle tahkim etmeye çalıştığı dijital egemenlik meselesi sadece hukuki düzlemde atılacak adımlarla sonuç vermeyecektir. Bu konuda izlenecek en önemli yöntem teknik, güvenlik ve yasal boyutu meczeden bir stratejinin uygulanmasıdır. Bu anlamda alternatif platformlara yönelik inovatif gelişmeler yapmak ve bu sahadaki tekelciliği kırmak Türkiye'nin önündeki en önemli konu başlığı olmalıdır. Savunma sanayiinde atılan adımlar sonucunda katedilen mesafe ve izlenen stratejinin benzer biçimde dijital alanda uygulanması gelecek açısından büyük önem taşımaktadır. Çin, Rusya, ABD ve İsrail gibi devletlerin önümüzdeki on yılları hesaba katan stratejik tercihlerinin konvansiyonelden ziyade yapay zeka, siber ve bulut teknolojilerine odaklanması geleceğin dünyasında yeni nesil teknolojilerin ne denli kritik olacağını ortaya koyan göstergelerdir. Türkiye'nin, siber güvenliği ulusal güvenliğe entegre etme hedefinin yanı sıra bu alandaki ulusal kapasitenin artırılmasını hedefleyen "2020-2023 Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve Eylem Planı" bu yolda atılan kritik bir adımdır. Aynı belge içerisinde yer alan hedefler bakımından yerli ve milli teknolojilerin geliştirilmesi ve desteklenmesi de hayati önemdedir. Hiç kuşkusuz bu alandaki farklı dinamik ve değişkenleri hesaba katan çok boyutlu stratejilerin hayata geçirilmesi dijital egemenliğin tesis edilmesini mümkün kılacaktır.