Siyasette denge-denetleme fonksiyonunu icra etmesi beklenen medya, tarihin sınırlı dönemlerinde bu görevini icra etmiştir. Özellikle 17 ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan kamusal alan fikri ve istişare mekanizmasının işletilmesi konusunda oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Siyasetin farklı pratiklerinin geniş kitleler tarafından sorgulanması ve ortak iyiye dair bir perspektifin ortaya koyulması anlamında medyanın (gazete) etkisi büyük olmuştur. Bu anlamda medya kah toplumsal hareketlerde kah devrimlerde kah temsil ile ilgili sorunlara yönelik eleştirilerde başarılı roller oynamıştır. Kitle iletişim araçlarının dünya tarihsel olayların ortaya çıkmasındaki rolü ve etkisi bir yana ideal (denetleme) ve pratik arasındaki makasın sermaye lehine genişlediği dönemler olmuştur. Özellikle genel anlamda siyasalın medyayı keşfi ile birlikte ortaya çıkan tabloda medya araçlarına da gücün konsolide edilmesi aşamasında önem atfedilmiştir. Bunun modern dönemdeki en önemli göstergelerinden biri, gücün temerküzü ile birlikte basın-yayın alanının da kontrol edilme isteğidir.
Türkiye örneğinden hareketle bakıldığında basının toplumsal hayattaki rolü de benzer bir tarihi pratiği ortaya koymaktadır. 19. yüzyılda iktidarın (sultanın) sınırlandırılmasını amaçlayan muhalefetin, sesini duyurabileceği bir ortam olan yarı ticari gazeteler 20. yüzyılda yerini daha kitlesel medya araçlarına bırakmıştır. Özellikle 1990'lı yıllarda özel TV kanallarının varlığı ile zenginleşen basın-yayın ortamı, gücün konsolide edilmesi sürecinden doğrudan etkilenmiştir. Farklı alanlardaki etkilerini tahkim etme adına medya sahipliği yöntemini benimseyen kişiler, 90'lar ve 2000'lerin başındaki medya ortamını benzer gerekçelerle domine etmişlerdir. Sosyo-politik açıdan bakıldığında ise Türkiye'nin kırılma anlarında statükoyu sürdürmeyi amaçlayan medya sahipleri, değişimden yana bir siyasetin tarafı olmamışlar aksine mevcut durumu yeniden üreterek pozisyonlarını korumuşlardır. Özellikle Kürt sorunu ve sivil-asker ilişkilerindeki rollerine bakıldığında bu durum çok daha açık biçimde görülebilmektedir.
Medyadaki çoğulculaşma ve alternatif medya söylemi
Türkiye'deki ana akım medyanın dönüşümü kimilerine göre medyanın çoğulcu bir yapıdan uzaklaşması anlamına gelmektedir. Fakat ana akımın özellikle AK Parti'nin iktidarını pekiştirmesi süreci ile birlikte yaşadığı dönüşüm, iddia edildiğinin aksine bir çoğulculaşma olarak da değerlendirilebilir. Nitekim AK Parti iktidarının ilk yıllarını dışarıda bıraktığımızda, sivil-asker ilişkilerinin düzenlenmesi ve sistemden dışlanan aktörlerin (muhafazakar ve milliyetçiler) sisteme yeniden entegre edilmesi noktasında önemli kazanımların ortaya çıktığını ve bu kazanımların medya alanında da kendisini hissettirdiğini görebiliriz. Öyle ki bu aşamada muhafazakar ve İslamcı aktörler kamusal alana ve medya ortamına dahil olmuş, zımnen de olsa bir temsiliyet üstlenmişlerdir. Medya sahipliğindeki dönüşümün yanı sıra ekran üzerinden ilerleyen tartışmalarda da kısmi bir mütekabiliyet tesis edilmiş ve aktörel anlamda bir çeşitlenme sağlanmıştır. Bu esnada kendisini alternatif olarak takdim eden ve zahirde Türkiye'deki medya ortamının çoğulculaşmasına katkı sağlayan internet odaklı medya ortamlarında da niceliksel açıdan bir sıçrama gerçekleşmiştir. Kimilerine göre ana akımdan dışlandıkları kimilerine göre ise "daha özgür" bir ortamı mümkün kıldığı için dijital alana kendilerini taşıyan bu aktörler, bu süreçte ciddi bir dönüşüm de yaşamışlardır. Fakat söz konusu aktörlerin oluşturduğu bu mecralar bir muhalefet imkanı olmanın ötesine taşmış, kimi zaman sekter kimi zaman da aşırı politik tutumları ile kendilerini marjinalleştirmeyi tercih etmişlerdir. Bu da bahse konu mecralarda üretilen haber ve bilginin objektifliği bir yana medyanın araçsallaştırılması sonucunu doğurmuştur. Medya zaten gücün konsolide edilmesi sürecinde bir araçtır diye eleştiri getirilebilir pek tabii. Fakat buradaki temel sorun iktidarın medyayı kontrol ettiği yönünde eleştiriler üreten aktörlerin bir zamanlar kendilerinin iktidarda olması ya da iktidarla kurdukları ilişkilerde yaşanan dönüşüm sonucunda dışarıda kalmanın yarattığı mutlak muhalefettir.
İktidar eleştirilerinin kurgusallığı
Alternatif medya olarak tarif edilen platformlarda üretilen içeriğin gerçeklikle ilişkisinin sorunlu olmasının yanında kurgusal ve aşırı politize bir yönünün de olduğu açıktır. Örneğin geçtiğimiz günlerde dindar ailelerin çocukları üzerinden üretilen bir haberin içeriğinde, dindar bir ailede yaşayan bir kadının üniversiteyi kazanması ve pandemi nedeniyle okula gidememesi sorunsallaştırılmıştır. Habere konu olan kadının üniversiteyi kazanarak başka bir şehre gitmesi onun özgürleşmesi (başını açması) için kaçınılmaz bir fırsat olarak gösterilmekte ve dindar bir ailede endoktrine edildiği gerekçesiyle bağımsız bir birey olmasının imkansızlığı üzerine söylem geliştirilmektedir. Bu anlatıdaki en can alıcı nokta ise genel sorunun cari iktidarın politikaları ile özdeşleştirilerek siyasi bir bağlama oturtulması ve iktidarın bütün bu anomiden sorumlu tutulmasıdır. İlk elde mülakata dayalı bir habercilik pratiği olarak görülen bu içerik, geniş bir perspektiften bakıldığında "dindar ailelerin çocuklarında anlam arayışı" kategorisi üzerinden üretilen bir meta anlatının parçası olarak işlevini yerine getirmektedir. Kendi kimlik ve dini yaşam pratiklerinden uzaklaşmayı özgürleşme olarak varsayan kurgusal bir tipolojiyi genelleştirme eğiliminde olan bu tür anlatılar, nihai kertede araçsal bir anlam taşımaktadır. Nitekim son dönemde İslamcı ve muhafazakarların sekülerleşmesi, deizm ve gençlerde ortaya çıktığı iddia edilen farklı yönelimler olgusal bir analize dayanmıyor aksine tekil örnekleri genelleştirerek politik bir amaca hizmet ediyor.
Son on yılda ortaya çıkan ve çeşitli sıfatlarla (yandaş) itibarsızlaştırılmaya çalışılan medyadaki dönüşüm, esasında ana akımdaki aktörel değişimin yarattığı huzursuzluklar olarak görülebilir. Geçtiğimiz yıllarda önemli medya organlarında yönetici ve yazar olan kimselerin bugün kendi blog ya da internet sitelerinde yazmaları hiç kuşkusuz önemli bir değişimdir. Medyada yaşanılan bu değişimi dijital alana aktaran ve nispi anlamda çoğulcu bir modelin varlığını ortaya koyan platformların bugünkü pozisyonlarını mutlak muhalefete indirgemeleri çok da anlamlı değildir. Zira Türkiye'deki cari iktidar pratiklerini sığ bir karşıtlıkla ele almayı ve çatışmayı derinleştirmek yerine medyanın idealdeki işlevi olan eleştiriyi esas almaları hiç kuşkusuz Türkiye'deki basın-yayın ortamına çok daha fazla katkı sağlayacaktır. Aksi takdirde Center for American Progress'in yayınladığı "Türkiye'nin Değişen Medya Ortamı" başlıklı çalışmasında da görüldüğü üzere fonlar üzerinden ilerleyen ve kendinden menkul bir değeri olmayan mecraların varlığı artacaktır.