Yunanistan'da derinleşen ekonomik kriz çerçevesinde başlayan tartışmanın siyasi meşruiyet ve kemer sıkma (austerity) programlarının geleceği ile ilgili radikal bir sorgulamayı başlatacağı pek öngörülmemişti. Oysa komşumuzda son birkaç yıldır kronikleşen ekonomik bunalım, hem Avrupa Birliği hem de Avro Bölgesi üyesi olan müreffeh bir ülkenin Troyka (AB Komisyonu, IMF, AB Merkez Bankası) marifetiyle nasıl baskı altına alınarak tipik bir üçüncü dünya ülkesi muamelesi görebileceğini ortaya koydu. Burada beklenmeyen gelişme, küresel kriz sonrasında İspanya'daki Podemos ile birlikte istikrar ve kemer sıkma politikalarını reddeden bir sol bir ittifak olarak güç kazanan Syriza'nın, küresel entelektüel kamuoyunu arkasına alıp özellikle Almanya'nın "terbiye edici" sert yaklaşımlarını afişe eden bir meşruiyet mücadelesine girişmesiydi. Tsipras'ın stratejisi, Yunanistan krizini standart istikrar ve kemer sıkma programlarında rastlanan "kötü yönetilen bir ulusal ekonomi" hikayesi yerine Avro bölgesinin hatta Avrupa Birliği'nin geleceğini tehdit edebilecek bir sistemik cepheleşmeye dönüştürmekti, ki bunda oldukça başarılı oldu.
Farklı ideolojik ve stratejik bakışlara sahip çevreler için Yunanistan, uluslararası ekonomik kuruluşlar refakatinde uygulanan kemer sıkma programlarının sorgulandığı bir uygulama laboratuvarına dönüştü. Bu arada farklı kriz okumalarının rekabeti yaşandı. Sol eğilimli iktisatçı ve aktivistlere göre krizi, yıllardır AB ve IMF'nin gözetimi altında Yunan hükümetine agresif biçimde ucuz krediler sağlayan Avrupalı bankaların aşırı risk iştahları tetiklemişti. Almanya'nın başını çektiği uluslararası kreditörler, Yunan ekonomisini canlandırmak yerine, kendi alacaklarını garantiye alacak bir istikrar programı tasarlamışlardı. Muhafazakar ve liberal Avrupalı siyasetçilere göre sorumsuz, kokuşmuş ve fırsatçı Yunan hükümetleri Avro bölgesinin sağladığı kredibiliteyi kullanıp mali zayıflıklarını saklayarak siyasi müttefiklerine refah aktarımı yapmakta inat ettikleri için kriz patlamıştı. AB'ye şüpheyle yaklaşan çevrelere göre ise, Yunanistan'ın daha en başından finansal manipülasyonlar ile hak etmediği halde Avro bölgesine dahil edilmesi ekonomik değil, siyasi bir karardı. Avrupa medeniyetinin beşiği olarak şımartılan Yunanistan, objektif ekonomik kriterlere tabi tutulmamış ve kriz dinamiklerine Brüksel tarafından göz yumulmuştu. Pragmatik ve popülist siyasiler, mali disiplinsizlik, Avro Bölgesinde olmanın finansal rahatlıkları, agresif kredi kullandırmaya hazır uluslararası bankalar ve hesapsız harcamalara göz yuman uluslararası kuruluşlar... Bunların hepsi Yunan halkının ekonomik bir cendereye girmesinde belli oranlarda sorumlu idiler.
Ancak Tsipras'ın müzakere sürecinde esnemeyen Troyka'yı siyasi meşruiyet baskısı altına almak için tasarladığı referandum zaferi, Troyka'nın bizdeki Duyun-u Umumiye'yi aratmayan "uluslararası istikrar fonu" dayatması ile cezalandırıldı. Gelinen noktada dünyada onlarca örneğini gördüğümüz bir istikrar ve kemer sıkma programından değil; tarafların siyasi taleplerini ekonomik enstrümanlar üzerinden ifade ettikleri, Yunanistan'ın AB'ye karşı Rusya ve BRICS ile flört ettiği bir mücadele ortaya çıktı. Zaten yürümeyen bir istikrar programına itiraz eden Tsipras'ın Stiglitz, Galbraith, Krugman gibi sol eğilimli küresel iktisatçıları tarafına çekerek kemer sıkma programlarının daralan ekonomilerde kamu harcamalarını kısmak ve sosyal harcamaları azaltmak gibi politikalarla yürütülmesini tartışmaya açması önemliydi. Ayrıca Troyka'nın Yunan liderlere karşı takındığı sert ve aşağılayıcı tutum, AB içinde orta vadede ulusal egemenlik tartışmalarının tohumlarını ekti.
* SETA Ekonomi Araştırmaları Direktörü