Fazlaca klişe bir ifade olacak ama 7 Haziran genel seçiminin Türkiye'nin demokrasi tarihindeki en kritik seçimlerden biri olmaya namzet olduğu artık tartışma götürmez. Bu seçimler 2002, 2007 ve 2011 genel seçimleri ile bir dolu yerel seçim ve referandum testinden Tayyip Erdoğan liderliğinde oylarını artırarak çıkan ve nihayetinde liderini cumhurbaşkanı olarak Beştepe'ye uğurlayan AK Parti'nin kurumsallaşması adına da bir kırılma noktası niteliğinde. Gösterilecek performansa bağlı olarak ya üç dönemdir türlü fırtınalara rağmen devam eden demokratikleşme, yapısal dönüşüm ve kalkınma hikâyesinde yeni bir evreye geçilecek; ya da iktidar yorgunluğu ve teşkilat rehaveti gibi etkenler sonucu klasik sağ partilerin kaderi paylaşılıp tedrici bir düşüş sürecine girilecek.
Elde edilecek ikna edici bir başarı, 'İkinci Atılım Dönemi' olarak adlandırılan ve birkaç seçim dönemini kapsayacak yeni bir siyasi-ekonomik dönüşüm sürecini başlatıp yerel ve uluslararası eleştirilerin etkinliğini azaltabileceği gibi; aksi durumda ülkeyi yönetilmez kılmak için uygulanan baskılar yoğunlaşacak.
Özellikle başkanlık sistemini de içeren yeni ve sivil bir anayasa hazırlanmasını destekleyecek bir sonuç, Türkiye'yi 'demokratikleşen, yönetişim sorunlarını çözmüş ve hızla kalkınan bir Yükselen Güç' formatına dönüştürecek şartları hazırlayabilir.
Tek parti iktidarının kurulamadığı ya da zar zor kurulabildiği bir seçim sonucu ise, ülkeyi bildik yönetişim tartışmalarının girdabında yapısal reform adımlarının atılamadığı yeni bir patinaj dönemine sokma potansiyeli taşır. Son düzlüğüne girilen seçim kampanyasının önceki seçimlere nazaran bu kadar sert geçmesinin temel sebeplerinden biri de, sonuçlardaki birkaç puanlık oynamanın yol açabileceği bu farklı senaryoların gerek iktidar, gerekse muhalefet tarafından değerlendiriliyor olması.
Kararsızlar önemli
İşte bu yüzden Başbakan Davutoğlu'nun bütün enerjisi ile 81 ilde miting maratonuna çıkması, ya da AK Parti teşkilatları ile seçmenlerinin çoğunluğu nezdinde tartışmasız lider figürü olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'tıpkı eski günlerdeki gibi' alanlara inmesi, gayet anlaşılabilir gelişmeler. Bu tarz yüksek yoğunluklu ve çok aktörlü bir kampanya Türkiye'de ilk defa yaşanıyor, ancak siyasal sistem içinde Erdoğan ağırlığında bir seçilmiş Cumhurbaşkanı ile Başbakan aynı anda görev yaptıkları ve kampanyada gündeme gelen icraatlar konusunda bir devamlılık olduğu için -en azından başkanlık sistemine resmen geçilene dek- bu duruma alışmak durumundayız. Yıllar süren iktidar tecrübesi sonucu bürokratikleşen ve siyasal iletişimi doğrudan insani irtibatlarla kurma konusunda ağır davranan AK Parti teşkilatları açısından ise, Erdoğan'ın sahaya inmesi elbette paha biçilmez bir ekstra motivasyon kaynağı.
Muhalefetin ortak bir koreografi ile asgari ücret, emekli maaşları, tarımsal destekler, evlenen gençlere yardım gibi ekonomik unsurları kullanarak belli sosyal kesimlerden popülist oy devşirme stratejisine yönelmesi seçim tartışmalarını ekonomiye odakladı.
Ancak, hem inandırıcılık problemleri, hem de vaatlerin sistematik bir siyasal söylem, dünya görüşü ya da duygusal birlik felsefesi ile örülmemiş olması, sonuçlara muhtemel etkilerini sınırlıyor. AK Parti'nin ve onun kurumsal yönelimi ile özdeşleşen Türkiye'nin önümüzdeki yıllardaki kaderini önümüzdeki günlerde kararsızları ikna ve seçime katılımı sağlama yönünde gösterilecek performans belirleyecek. Memleketin çözüm bekleyen sorunlarına hızla eğilme şansı veren istikrar ortamının sürmesine katkı yapacak her adım çok değerli.