Küresel finans krizinin üzerinden on yıl geçti.
Küreselleşmeyle birlikte ülkeler arasındaki ticari ve finansal ilişkiler birbirine o kadar bağlı hale gelmişti ki ABD veya G7 ülkelerinin kendi başlarına bu denli geniş çaplı bir krizle mücadele etmeleri imkânsızdı. ABD krizin etkilerini olabildiğince azaltmak ve daha fazla yayılmasını engellemek amacıyla G20'yi aktif hale getirmek zorunda kaldı.
Sadece gelişmiş ülkeleri değil küresel ekonomi ve siyaset açısından kritik öneme sahip belli başlı gelişmekte olan ülkeleri de içinde barındıran kapsayıcı bir platform olan G20 1999'da kurulmuştu. Ancak G20 ülkeleri 2008'e kadar daha düşük temsiliyetli toplantılarla bir araya geldi ve uluslararası reformlar konusunda dişe dokunur neredeyse hiçbir adım atmadı. Krizle birlikte toplanmaya başlayan liderler zirvesinin on üçüncüsü Arjantin'de gerçekleşiyor.
Küresel ekonominin fay hatlarının ortaya konması, uluslararası bankacılık düzenlemelerinin revize edilmesi, büyük küresel finans kurumlarının daha sıkı takip edilmesinin kararlaştırılması, IMF'nin finansal kaynaklarının artırılması ve gelişmekte olan ülkelere IMF yönetiminde daha fazla oy hakkı tanınması G20 ülkelerinin inisiyatifleri ve baskıları sonucunda atılmış bazı olumlu adımlardır. Krizin ilk yıllarında uluslararası ekonomik yapının yeniden şekillendirilmesi adına oluşan bu olumlu havaya rağmen G20 ülkelerinin ortaya koyduğu birçok politika vaadi tam olarak hayata geçirilememiştir.
Finansal düzenlemeler bütün ülkeler tarafından aynı hassasiyetle uygulanmamıştır. Onca mücadeleye rağmen büyük küresel finans kurumlarının daha da büyümeleri küresel ekonomi açısından ciddi bir risk teşkil etmeye devam ediyor.
Krizin etkilerini bertaraf etmek için uygulamaya sokulan genişletici para politikaları orta direk ve dar gelirli vatandaşların ihtiyaçlarına cevap vermek yerine finans piyasalarını ve küresel elitleri daha fazla zenginleştirmiştir. Vergi cennetlerine park eden trilyonlarca dolarlık küresel servet vergi adaletini zedelemeye ve gelir dağılımını bozmaya devam ediyor.
Ticaret savaşlarının geleceği
ABD ve Çin heyeti arasında gerçekleşecek ticaret anlaşması görüşmesi ve İran yaptırımları bu yılki zirveye damgasını vurması beklenen ekonomik gelişmeler. Trump ara seçimlerin geride kalmasının vermiş olduğu rahatlıkla en azından belli bir süre ticaret savaşları konusunda frene basıp Çin ile ticaret anlaşması yapmaya istekli olduğunun sinyallerini veriyor.
Ticaret savaşlarının dozajını yükseltmek 2020 seçimleri öncesinde ABD'de yüksek enflasyon ve düşük büyüme riskini artıracağı için Trump korumacı önlemler kozunu gerekli olduğunda tekrar kullanmak üzere rafa kaldırabilir. ABD ve Çin arasında yeni bir ticaret anlaşmasının ilk adımlarının atılacağına dair olumlu haberler gelebilir. Ancak böyle bir olası gelişme bir anda ABD ve Çin arasında bütün sorunların çözüleceği ve geniş kapsamlı bir ticaret anlaşmasının ortaya çıkacağı anlamına gelmez. İki ülke arasındaki yapısal sorunlar ve güç mücadelesi önümüzdeki yıllara damgasını vurmaya devam edecektir. ABD ve Avrupa otomotiv sektörü üzerinden artan ekonomik gerilim küresel ticarete dair bir diğer önemli gündem maddesi olacaktır.
Trump "tarihin en kötü anlaşması" olarak adlandırdığı nükleer anlaşmayı tek taraflı bozmayı kendi kamuoyunda pazarlayabileceği bir zafer olarak görüyor. Trump petrol fiyatlarının aniden yükselmemesi için sekiz ülkeye İran'dan petrol ithalatına yönelik geçici süreyle muafiyet tanıdı. Diğer ürünlerin ithalatı ve ihracatıyla ilgili belirsizlik devam ediyor.
Yaptırımlara yönelik kalıcı muafiyetler elde etmek veya yaptırımların dozajını azaltmak için ABD ile diğer G20 ülkeleri arasında yoğun diplomasi trafiği yaşanması muhtemel.
Küresel sorunların ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan yüksek maliyetli krizlere dönüşmemesi için G20 ülkelerinin koordineli bir şekilde hareket etmesi elzemdir. Ancak ABD'nin küresel ekonomide aldığı payın azaldığı, Çin'in mevcut koşullarda ABD'ye alternatif olabilecek bir süper güç olmanın uzağında kaldığı, AB'nin kendi içindeki sorunlarıyla boğuştuğu ve Türkiye, Rusya, Brezilya ve Güney Afrika gibi bölgesel güçlerin etkinliğini bastırmaya yönelik ciddi girişimlerin olduğu bir ortamda sorunlara odaklanmanın nasıl sağlanacağı ve güvenin nasıl tesis edileceğini büyük soru işaretleridir. Üstüne üstlük Batılı ülkelerin genelde kısa vadeli çıkarları doğrultusunda hareket etmekten vazgeçmemelerinin bir yansıması olarak küresel sorunlara yönelik geçtiğimiz yıllarda ortaya konan kimi çabalarda da gerileme yaşanmaktadır. Ticaret savaşlarının ateşlenmesi, İran yaptırımlarının devreye girmesi, iklim değişikliğiyle mücadele anlaşmasının yeniden tıkanması ve mültecilere yönelik birçok ülkenin gayri insani yaklaşımlarda bulunması yaşanan bu gerilemenin en somut örneklerindendir.
Böyle bir ortamda G20 oluşumundan küresel ekonomiye dair yapıcı reformlar beklemek çok gerçekçi değildir. Ancak küresel yönetişimin daha dengeli ve kapsayıcı bir hale gelmesi için belirli umutlar vadeden neredeyse tek platform olmasından ötürü G20'nin bütün kanallarının sonuna kadar kullanılması gerekiyor.