Döviz piyasasında son iki haftadır anormal bir hareketlilik var. Bu hareketliliğin temel nedeni ABD ile yaşanan son gelişmelerdir. ABD her daim altını kalın çizgilerle çizdiği hukukun üstünlüğü ilkesini yok sayarak Türkiye'de yargılanma süreci devam eden bir ABD vatandaşının sorgusuz sualsiz salıverilmesini isteyecek kadar "Batılı" ilkelerden sapar bir hale geldi. Tıpkı Çin'e karşı verilen ticaret açığını bahane ederek liberal ekonomik sistemin ayrılmaz bir parçası olan serbest ticaret anlayışından uzaklaşıp işi ticaret savaşlarına taşıdığı gibi. ABD küresel sistemde gelecekte daha fazla ağırlığı olması beklenen neredeyse bütün ülkelere karşı son yıllarda aşırı agresif tepkiler vermeye başladı. Türkiye de bazen Suriye konusunda bazen de FETÖ ile ilgili meselelerde (Hakan Atilla davası ve Rahip Brunson davası gibi) ABD'nin irrasyonel tepkileri ile karşılaşıyor.
Kızışan ticaret savaşları ve Amerikan faizlerinin artması gelişmekte olan ülkelere yönelik uluslararası yatırım iştahında ciddi bir azalmaya neden oldu. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu sene geçtiğimiz yıla kıyasla çok daha az küresel fon çekebiliyorlar. Uluslararası piyasalarda böyle bir hava hüküm sürerken ABD ile yaşanan Brunson gerginliği dövizde yaşanan hareketliliği daha da tetikledi. Küresel ekonomide yaşanan dalgalanmalardan dolayı zaten diken üstünde olan yabancı yatırımcının ABD ile yaşanan gerginliği bahane ederek TL cinsi yatırımlardan çıkması kurun hızlı bir şekilde artmasına neden oluyor.
Peki kurlardaki yükselişi sadece dış politikaya mı bağlayabiliriz? Bir taraftan ABD ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik diplomatik adımlar atılırken ekonomi politikaları ayağında neler yapılabilir? Döviz piyasasındaki hareketliliğin ana tetikleyicisi dış politika gelişmeleri olmakla birlikte artan enflasyon ve cari açığın makroekonomik istikrarı zedelediği endişesi ve bankacılık sektörüne dair çıkan haberler döviz kurlarının yükselmesine neden olan ekonomik faktörlerdir.
Ekonomi yönetimi bu alanlardaki sorunlara yönelik olarak palyatif değil kalıcı çözümler üretmeye çalıyor. Bu yazının baskıya girdiği saatlerde açıklanması beklenen yeni ekonomi yaklaşımının her bir maddesi Türkiye ekonomisinin geleceği açısından çok büyük önem arz ediyor. 2016'da yaşanan terör olayları ve başarısız darbe girişimi gibi trajik olaylar sonrasında ekonomik aktivitenin ivme kaybedip sosyoekonomik travmalar yaşanmaması adına 2017'de ekonomik büyümeyi önceleyen politikaları uygulamak en doğrusuydu. Şu an ise öncelikler farklı. Mevcut koşullar dikkate alındığında kamunun Türkiye ekonomisine dair önümüzdeki dönemde önceliğinin enflasyon ve cari açığı düşürmek olduğu anlaşılmaktadır.
Maliye politikasının önümüzdeki dönemde enflasyonu düşürme konusunda para politikası ile daha fazla uyumlu hareket etmesi gerekiyor. Kamunun bazı harcama kalemlerini gözden geçirip tasarrufa giderek bütçe açığının yükselmesine izin vermemesi bekleniyor. Bütçede ciddi bozulma emareleri olmasa da mali disiplinin ekonominin en önemli çıpası olmaya devam edeceğine dair algının korunması için gerekli politikaların uygulanacağının sinyallerinin verilmesi ekonomik istikrar açısından kritiktir. Sıkı maliye politikasına geçiş kamunun ekonomik denkleminden dışına çıkacağı anlamına gelmemektedir. Kamu önümüzdeki dönemde ekonomiye daha etkin ve stratejik bir şekilde dokunmaya çalışacaktır. Örneğin teşvikler konusunda daha seçici davranılacak, teşviklerde ağırlık cari açığı düşürme potansiyeline sahip ürün grupları ve savunma sanayisine verilecek.
Merkez Bankası'nın böyle dönemlerde para politikası hamlelerinin zamanlamasını daha iyi ayarlaması politikaların öngörülebilirliği ve etkinliği açısından önem arz etmektedir. Merkez Bankası son bir buçuk yıllık süreçte sıkılaştırmaya yönelik olarak adımlar atmış olsa da zamanlama konusunda yaşanan tereddütler politika değişikliklerinden beklenen sonuçların alınamamasına neden olmaktadır. Bununla birlikte Merkez Bankası'nın piyasaları yönlendirme açısından iletişim kanallarını daha etkin kullanması gerekmektedir.
Enflasyon ve cari açığı düşürmeye yönelik uygulanacak sıkı para ve maliye politikalarının önümüzdeki 1,5 yıllık süreçte ekonomik büyümeyi yüzde 3-4 bandına çekmesi beklenmektedir. Kamunun böyle dönemlerde gaz-fren ayarını iyi dengelemesi gerekiyor. Son aylarda vatandaşları ve reel sektörü daha fazla ilgilendiren göstergeler ekonomik büyüme ve faizden ziyade kur ve enflasyondur. Önümüzdeki dönemde makroekonomik istikrarı güçlendirmek adına enflasyon ve cari açığı önceleyerek büyümeyi daha ılımlı seviyelere oturtacak politikaların uygulanması daha makuldür. Türkiye ekonomisi makroekonomik istikrarı güçlendikten sonra ekonomik büyüme rakamlarını yeniden yukarıya çekebilecek bir dinamizme sahiptir. Doğru politikaların hayata geçirilmesi durumunda Türkiye ekonomisine yönelik algıların iyileşmeye başlamasıyla birlikte büyümenin tekrar ivme kazanması uzun sürmeyecektir.