Türk dış politikasının yakın tarihinde Libya'ya benzeyen başka bir vaka yoktur. Aklınızdan Suriye geçtiğini hayal edebiliyorum ancak doğru bir benzetme olmaz. Çatışmanın karakteri, aktörlerin çeşitliği ve coğrafi yakınlık açısından Suriye Libya'dan çok farklı. Bunu ayrı bir tartışma olarak daha sonra ele alabiliriz; isterseniz Libya'ya odaklanalım.
Lafı dolandırmaya gerek yok; Türkiye Libya'da askeri gücünü kullanarak masada asla alamayacağı bir başarı elde etti. Yaşananlara sırayla bakmakta fayda var. Nisan 2019'da başlattığı darbe girişimiyle Trablus'un iç mahallelerine kadar dayanan darbeci Hafter, Türkiye Libya'ya müdahale etmemiş olsaydı hem Trablus'u ele geçirmiş olacak hem de UMH'yi ortadan kaldırmış olacaktı. Trablus'un düşmesi beraberinden Türkiye'yi Akdeniz ölçekli jeopolitik rekabette büyük ihtimalle savunmacı bir pozisyonda yalnız başına bırakacaktı.
Söz konusu sonucu engellemek için Türkiye iki ayaklı bir strateji izledi. Önce UMH'nin cephede çatışmayı organize etmesini sağlayacak kapsamlı bir askeri strateji ortaya koydu. Böylece cephede sürekli Hafter'e kaybeden UMH güçleri kendi aralarında organize olmayı başararak savunma pozisyonlarını tahkim ettiler. İkinci olarak ise UMH güçlerini Hafter karşısında askeri olarak destekleyerek saldırıya geçmelerine imkan tanıdılar. Nitekim zırhlı araçlardan İHA ve SİHA'lar UMH güçlerine karada hareketlilik ve hız kazandırırken, havada da Hafter karşısında üstünlük kurmaya imkân tanıdı. Askeri yardımın kapsamı sadece bunlarla da sınırlı değildi. Türkiye kendi ateş gücünü de Libya'ya Trablus'u korumak için taşıdı.
Söz konusu sürecin sonunda UMH güçleri 2019 Nisan ayından bu yana ilerleyen ve uluslararası desteği arkasından hiç kesilmeyen Hafter'in durdurulabileceği ve geri püskürtülebileceği yönünde daha umutlu olmaya başladı. Nitekim Hafter, önce Trablus'un güneyinde bölgeleri kaybetti, sonrasında ise geri çekilmek zorunda kaldı.
Gerek operasyonel güvenliğin sağlanması gerekse de operasyonel tercihlerin artması maksadına matuf bir biçimde Vatiye hava üssünün Hafter'den alınmasıyla birlikte ise Libya'da dengelerin değişeceği tam olarak anlaşılmıştı. Vatiye'nin alınması bir taraftan Trablus'a yönelik operasyon baskısını minimize ederken diğer yandan da Hafter unsurlarına karşı operasyon seçeneklerini çeşitlendirdi. Nitekim Vatiye'nin ele geçirilmesinin ardından önce Terhuna düştü sonra da Sirte'ye yönelik kapsamlı bir harekat başlatıldı. Terhuna'nın düşmesi ve Sirte'nin UMH'nin kontol altına geçecek olması Libya ölçekli çatışma ve rekabetin yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor. Öyle ki Hafter'in üzerinde oturduğu ittifak ağı Hafter'in pozisyonunu sorgulamaya başlayarak ateşkes çağrısı yaptılar. Öte yandan UMH güçleri de hedeflerini Trablus'un ve Libya'nın batı sektörünün kontrol edilmesinden ve korunmasında Libya'nın doğu sektörüne yöneltmiş olması durumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Buraya kadar olan biten Türkiye'nin siyasi ve askeri stratejisinin hedefine ulaştığını gösteriyor. Diğer bir ifade ile Trablus'u korumak ve UMH'nin ayakta kalmasını sağlamak başarılmış ve Libya çatışmasının zemini UMH lehine değişmiş görünmektedir. Ancak bundan sonra söz konusu kazanımların stratejik bir kazanıma dönüştürülmesi çok daha önemli.
Türkiye'nin Libya'daki stratejik hedefleri neler?
Peki Türkiye'nin Libya'da stratejik hedefleri tam olarak nedir? Bunlar arasında, Libya'nın bir bütün olarak bir araya getirilerek istikrara kavuşturulması geliyor. Bu başarıldığı taktirde, Türkiye'nin Akdeniz ölçekli önceliklerini daha fazla güvenli hale getirmesi ve Akdeniz'de bölgesel bir oyuncu olarak kendisini kabul ettirmesi mümkün olacak.
Bu hedefin gerçekleştirilmesi ise sahada yakalanan başarının diplomatik zeminde sürdürülmesi ile ancak mümkün olacak. Bu nokta birkaç hususun altını çizmek gerekiyor. İlk hususlardan biri, Libya denkleminin Suudi Arabistan-BAE-Mısır eksenli bölge içi siyasi projenin bir uzantı olması. Bu Türkiye'nin manevra alanını önemli ölçüde daraltıyor. Türkiye'nin her üç ülke ile de ikili düzeyde yaşadığı sorunları olduğu gibi bölgesel vizyonlar açısından da önemli farklılıklar söz konusu. Libya'da Türkiye'nin sahip olduğu pozisyon bu üçlü ittifakı daha da çok kızdırmış durumda. Ancak Libya'daki nihai siyasi çözüme ulaşmak için bu ülkelerin bir şekilde sürecin içinde olduğunun bilinmesi gerekiyor. Bunun için söz konusu ülkeleri diplomatik zeminde tutmak çok önemli.
Tam da bu noktada Libya meselesinde ağırlığı giderek artan aktörü olan Rusya ile Türkiye arasında Libya'ya yönelik tutum son derece önemli. Rusya, Suriye'de olduğu gibi Libya'da askeri ağırlığını tam olarak kuramamış görünüyor. Öte yandan ABD'nin Rusya'nın Libya hamlesinden giderek daha fazla rahatsız olduğu da bir gerçek. Bu nedenle Rusya'nın askeri ağırlığını daha fazla sahaya yansıtmadan Libya'da siyasi zeminin Türkiye tarafından çok dikkatli bir şekilde sürdürülmesi gerekiyor. Böylece Mısır-Suud-BAE ittifakının harekat kabiliyeti minimize edilmiş olabilir. ABD'nin Libya denklemine doğrudan bir girişi söz konusu olmayacak olsa da Akdeniz ölçekli stratejileri açısından Libya'yı önemli gördüğü de bir gerçek. Bu nedenle Türkiye için stratejik kazanımlarda ABD'nin Rusya karşıtı pozisyonunu sürdürmesi çok önemli.
Avrupa denkleminin de stratejik kazanımlar açısından dikkate alınması gerektiği ortada. Bu noktada iki aktörün oyun bozucu rolüne dikkat etmekte fayda var. Biri Fransa diğeri de Yunanistan. Her iki aktör hem Hafter'i doğrudan destekliyor hem de bu meseleyi Avrupa ölçekli bir Türkiye problemine dönüştürmeye çalışıyor. Bu nedenle Avrupa bağlamında İtalya ve Almanya'nın siyasi geçiş süreci bağlamındaki pozisyonları son derece önemlidir.
Türkiye'nin Libya stratejisinin en önemli kısmı ise UMH'nin aktörlük pozisyonu güçlendirecek reform adımlarının hızla atılması. Bu başta güvenlik sektörü olmak üzere siyasi geçiş süreci için bir sıçrama tahtasına işlevi görecek ekonomik sorunların hafifletilmesi gerekiyor. Bunun için UMH'nin siyasi, toplumsa ve sosyolojik zeminin güçlendirilmesi hayati derecede önemli.