Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MURAT YEŞİLTAŞ

İran’la savaş kaçınılmaz mı?

İran ile ABD arasında geride bıraktığımız haftada yaşanan gerginlikleri sıralamak gerekirse uzun bir liste oluşturabiliriz. Trump yönetiminin Mayıs 2018'de nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi ve İran dosyasının yönetimin en şahin isimlerinden biri olan John Bolton'a verilmesinin ardından sular bir türlü durulmadı. Öyle ki Trump'ın Bolton öncesinde iki ulusal güvenlik danışmanını eskitmesinin asıl sebebi İran konusunda anlamlı ve kapsamlı bir strateji ve yol haritasının tam olarak ortaya koyulamamış olmasıydı. Trump sonunda aradığını buldu ve Bush döneminin de şahin isimlerinden biri olan ve İran'a karşı neo-muhafazakarların askeri müdahale tezini oluşturan en baş aktörlerden biri olan Bolton'a dosyayı teslim etti.

Trump'ın Ortadoğu siyasetini bel kemiğini oluşturan temel sütun ise İsrail. İran siyasetinin şekillenmesini sağlayan temel dinamik de bu anlamda İsrail olarak ön plana çıkıyor. Trump, İsrail'in önündeki iki engeli iktidarı döneminde "temizlemek" istiyor. Bunlardan biri Filistin meselesiyken diğeri de İran sorunu. Filistin dosyasını Kushner'e veren Trump İran dosyasını da Bolton'a devretti. Her iki meselede de durumu kontrolden çıkarma riski taşıyan temel nokta ise ideolojik bakışın baskın olması.

Filistin'i yok etmeyi hedefleyen Asrın Anlaşması ile İran'ı İsrail karşısında bir tehdit olmaktan çıkaracak planın yaslandığı zemin stratejiden çok ideolojik. Öte yandan Tahran tehdidini sınırlandırma konusunda Suudi Arabistan'ın iştahı ve İran'daki radikallerin direniş söylemleri dikkate alındığında krizin tırmanması için bütün şartlar oluşmuş durumda. Tahran, "ABD savaş istemiyor" söyleminin taşıyıcılığını yapan Ruhani karşısına direniş ve savaş vurgusunu öne çıkaran aktörler arasındaki gerilime daha fazla sahne olmuş durumda. Öte yandan hem Asrın Anlaşması'na zemin hazırlayan hem de Filistin'de darbe hazırlığında olan Suud ve BAE'nin İran'a yönelik Bolton'un elini rahatlatacak işler ortaya koymaları da pek olası. Dolayısıyla İran krizi stratejik olduğu kadar ideolojik bir kriz.

İran stratejisi tam olarak ortaya konulmamış olsa da Bolton'un Tahran'a yönelik hedefleri oldukça net. Bu stratejinin ana çerçevesini yaklaşık bir yıl önce ilan edilen ve İran'ın yerine getirmesinin istendiği talep listesi oluşturuyor. Söz konusu listede yer alan 12 maddeye bakıldığında hedefin sadece İran'ın nükleer çalışmaları değil konvansiyonel askeri kapasitesinin bel kemiğini oluşturan balistik füze faaliyetleri ve İran'ın bölgesel siyaseti olduğu anlaşılmıştır. Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak strateji ise İran'ı sınırlandırma olarak tarif edilmiştir. Ancak Bolton'un İran'ı jeopolitik olarak sınırlandırmak suretiyle içeride rejim değişikliğine gidecek koşulları hazırlamak ve askeri müdahale seçeneğini sürekli masada tutarak Tahran'ı daha fazla radikalize etmek suretiyle yanlış yapmaya zorlamak istediğini söylemek mümkün. Dolayısıyla asıl dert İran'ı sınırlandırmak değil İsrail, ABD ve Suudi Arabistan bloku için "İran sorunu"nu tamamen ortadan kaldırmaktır.

Bu stratejinin hedefine ulaşması için ABD yönetimi iki aracı kullanmayı tercih ediyor: Birincisi ağır yaptırımları devreye sokarak Tahran'ın diz çökmesini ve boyun eğmesini sağlamak. Son bir yıldır bu yaptırımlar İran'ın ekonomik gelirinin bel kemiğini oluşturan petrolü hedef aldı. Nitekim İran'ın petrol üretiminden elde ettiği gelir büyük oranda azaldı. Şimdi ise petrol gelirlerinin sıfıra inmesi için ABD daha kapsamlı bir ambargo rejimi oluşturmaya ve buna uymayan ülkeleri tehdit etmeye devam ediyor. En son Irak'a bir ziyaret gerçekleştiren Dışişleri Bakanı Pompeo Irak hükümetini açıkça tehdit etti ve Bağdat'ın İran'a karşı cıvatalarını yeniden sıkması gerektiğini açıkladı. Washington'ın tavrı ve yönteminden mutsuz olan Avrupa ise ABD'yi takip etmek zorunda kaldı ve İran'a yönelik ambargolara katıldı. Türkiye de benzer bir şekilde ambargo siyasetini tasvip etmese de İran'dan petrol alımını minimum seviyeye indirdi. Dolayısıyla ABD, İran'ı dizginlenme stratejisinin en önemli aracı haline gelen ambargo ile İran ekonomisini nefes almaz hale getirmiş oldu. Direniş ekonomisi uygulamalarına alışık olan Tahran yönetimi ise her şeye rağmen bu süreci ağır hasar alarak olsa da atlatabileceğini düşünüyor. Ne var ki işler hiç de Tahran'ın istediği gibi gitmeyebilir.

Şayet Bolton ikinci yöntem konusunda daha fazla taraftar toplarsa o zaman İran nükleer krizinin çok farklı bir yöne doğru kayma riski oldukça yüksek. Özellikle son haftalarda karşılıklı yapılan hamleler buna da dair önemli ipuçları sunmuş durumda. ABD'nin İran'ı dizginlemek ve sınırlamak için ambargonun yanı sıra askeri seçenekleri sürekli masa da tutuyor gözükmesi, geçen hafta Pentagonun İran'a yönelik askeri planı revize etmesi ve Körfez'de yaşanan Suud gemilerine yönelik sabotaj eylemleri siyasi gerilimin askeri gerilime dönüşmesine neden olabilir.

ABD için İran artık bir soruna dönüşmüş durumda ve bu sorunu öyle ya da böyle halletmeye çalışacak. Eğer ABD askeri seçeneği diğer hedefleri için sadece bir araç olarak yedekte tutuyorsa İran'ın yeniden nükleer müzakere masasına oturması mümkün görünüyor. Ancak askeri seçenek yedek bir unsur değil de stratejinin bir aracına dönüşürse Ortadoğu için kıyamet senaryosunu konuşmaya başlayabiliriz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA