Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 23-24 Temmuz'da Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar'ı kapsayan bir Körfez turuna çıkıyor. Bu ziyaretin asıl amacı da Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) başını çektiği bazı Arap ülkelerinin Körfez'de çıkardıkları yapay krizin tırmanmasını engellemek, mümkünse çözmektir. Dolayısıyla Erdoğan'ın bu ziyaretiyle Türkiye bölgenin temel aktörlerinden biri olarak Ortadoğu'da barışa katkıda bulunmak için arabuluculuk yapmaya çalışmaktadır. Türkiye her ne kadar net bir şekilde Katar'ın yanında yer aldığını açıklasa da bu yapay krizin diğer ülkelerin de menfaatlerine halel getirdiğini ifade etmektedir. Üç ülke lideriyle yapacağı görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin krize bakışının yanlış anlaşılmasına yol açan söylemleri kabul etmediğini muhataplarına iletecektir.
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu üç bölge ülkesine yapacağı ziyaretle Türkiye ne elde edebilir?
Öncelikle, bu üç ülkenin özelliklerine bakmak gerekir. Körfez ülkelerinin en büyüğü ve en etkilisi olan Suudi Arabistan ve yumuşak gücünü en üst düzeyde kullanmayı başaran ve inisiyatifler alabilen Katar krizin asıl tarafları olan ülkelerdir. Kuveyt ise bölgesel bağlamda arabuluculuk rolü üstlenen bir Körfez ülkesidir. Diğer bir deyişle, Cumhurbaşkanı Erdoğan krizdeki asıl muhatapların kimler olduğunu da göstermiş oluyor.
İkincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ziyareti sırasında taraflara, krizin tırmandırılması durumunda yaşanacak siyasal, siyasal ve toplumsal kayıpları ve krizin derinleştirilmesinin taraflara asla kazanç sağlamayacağını hatırlatacaktır. Ortadoğu'da neredeyse istikrarlı bir ülkenin kalmadığı bir dönemde bölgenin tek istikrarlı alt-bölgesi olan Körfez'de siyasal istikrarsızlık çıkarmak bütün bölgeyi derin bir kaosa sürükleme ihtimali vardır. Zaten Yemen, Irak ve Suriye'deki başarısız devletler ile İran'ın oluşturduğu tehdit bu ülkeleri tedirgin ederken ilave sorunların çıkarılması sadece kaybettirir. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafların arabulucu olarak kabul ettiği Kuveyt'in çabalarına da destek verecektir.
Üçüncü olarak, krizin tırmandırılması durumunda tüm taraf ülkeler dahil, Türkiye gibi bölge ülkeleri de ciddi ekonomik kayıplar yaşayacaktır. Körfez ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkiler belirli bir bütünleşme düzeyine çıktıktan sonra krizle birlikte ekonomik ambargolarla bölge-içi ticaretin gerilemesi söz konusu olacaktır. Ayrıca Körfez ülkelerinin diğer bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkileri de zedelenebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretiyle özellikle ekonomik konuların ele alınması beklenmektedir. Ekonomik ilişkilerin siyasi krizden etkilenmemesi için tedbirlerin alınması konuşulacaktır.
Dördüncüsü, Körfez'de kopartılan fırtınanın bölgenin geleceğini olumsuz etkilemesi kuvvetle muhtemeldir. Suudi Arabistan ve BAE'nin buyurgan tavrı diğer bölge ülkelerini ürkütecektir. Bu sorunlu buyurgan tavır Katar ile sınırlı kalmaz, en azından Umman ve Kuveyt gibi diğer Körfez ülkelerinde tedirginliğe yol açacaktır. Kendi güvenliğini sağlamaktan ve iç siyasetteki aktörleri kontrol etmekten aciz bazı ülkelerin, olumsuz gelişmelerin faturasını başka bölge ülkelerine çıkarmaya çalışmaları kısa vadede işe yarasa da orta ve uzun vadede beklenen faydayı sağlamayacaktır. Bölgesel ve küresel sistemin dönüştüğü bugünlerde bölge ülkelerinin kriz çıkarma lüksleri yoktur. Kopacak büyük fırtına bütün yapay siyasetleri ve 20. yüzyılda kalmış kurumları yıkıp geçebilir. Benzer tehditlerle karşı karşıya olan Türkiye bu konuya da dikkat çekecektir.
Beşinci olarak, bölgedeki en popüler halk hareketlerinin terörist ilan edilerek ötekileştirilmesi sadece bölge halklarının daha fazla radikalleşmesine ve şiddete meyletmesine neden olacaktır. Müslüman Kardeşler ve onun paralelinde siyaset yapan aktörler, el-Kaide ve DEAŞ gibi radikal örgütlerin yegâne alternatifleridir. Bu gruplara siyasal alan bırakılmazsa Körfez ülkeleri dahil tüm bölge ülkeleri siyasi kurumların dışında şiddet kullanan devlet-dışı aktörlerin oluşturduğu tehditlerle karşı karşıya kalacaklardır. Üç farklı cephede terör örgütleriyle ve şiddet kullanan aktörlerle mücadele eden bir ülkenin lideri olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan konunun ciddiyetini anlatacak ve bu konuda tarafları uyaracaktır. Şiddete bulaşmamış toplumsal ve siyasal hareketlerin bundan sonraki dönemde de bölge siyasetine etki etmeye devam edeceği gerçeğini dikkate alarak siyaset yapmak gerektiğini ifade edecektir.
Son olarak, bu yapay krizin Türkiye'nin bölgesel perspektifine yönelik de bir müdahale olması, Ankara'nın krize doğrudan müdahale etme ihtiyacını beraberinde getirdi. Bu bağlamda Türkiye Katar'a hem silah hem de askeri birlik gönderdi. Bu davranışıyla bölgesel siyasetindeki kararlılığını ortaya koyan Türkiye, Suudi Arabistan ve destekçilerinin izlediği siyasetin akamete uğramaya mahkûm olduğu da bildirilecektir. Çünkü Batılı devletlerin de Katar ile ilişkilerini devam ettirmesinin de etkisiyle Katar ve ona destek veren Türkiye'nin geri adım atma ihtimali çok düşüktür.
Zaten krizi ortaya çıkaran Suudi Arabistan ve destekçilerinin 13 maddelik talep listesini 6 maddeye düşürmesi bile bir geri adım atma olarak görülebilir. Bölgesel ve küresel güçlerin desteği olmadan Suud ve destekçilerinin aldığı tedbirlerin etkili olması da düşünülemez. Kısacası krizi çıkaran ülkelerin en kısa sürede krizi dondurması beklenmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyareti tam bu işlevi görebilecek bir gelişme olarak görülebilir.