Türkiye'nin Somali'ye yönelik politikası iki yıldır gelişerek derinleşiyor. 13 Nisan günü Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud ve Somaliland Cumhurbaşkanı Ahmed Silanyo'yu Ankara'da bir araya getiren Türkiye, Afrika boynuzuna yönelik ciddi bir politika geliştirme konusunda inisiyatif kurmaya devam etmektedir. Normalde iletişim içinde bile olmayan bu iki devlet başkanı Ankara'nın inisiyatifiyle aynı zamanda Ankara Deklarasyonu'nu imzalamış ve birbirlerine yönelik provokatif bir dil kullanmamaya söz vermiştir.
Başbakan Erdoğan 2011 Ağustos'unda iki uçak dolusu insanla Somali'ye gittiğinde ülke içindeki ve dışındaki algı bunun bir tür kısa süreli insani yardımdan öteye geçemeyeceğiydi. Batılı devletler, Ankara zamanla Somali meselesinin derinliğinin farkına varacak derken, Türkiye'deki muhalefet dâhil birçok insan, insani yardımı iç politika malzemesi yapmaya çalışmıştı. Fakat iki yıl sonra bakılınca Türkiye'nin Somali politikasının sadece bir insani yardım politikası olmaktan çıktığı ve siyasal boyutlarıyla beraber bölgeyi yeniden yapılandırma yolunda geliştiği söylenebilir.
Türk dış politikasında dikkatlerden kaçırılmaması gereken temel nokta Somali ile beraber Türkiye- Afrika ilişkilerinde yepyeni bir dönemin başladığıdır. Bu dönem şimdiye kadar oluşturulan güç temerküzünün Afrika'da sorun çözmek için etkin bir şekilde kullanılması zorunluluğunu getirmesi yanında, bir nevi Türkiye'nin Afrika'daki gerçek etkisinin ölçülmesi için de temel bir veri olacaktır. Bu açıdan bakılınca Türkiye'nin Afrika'daki ilk sınavı Somali olacak gibidir. Başbakan Erdoğan'ın açlık ve Somali'ye çözüm bulma konusunu BM'ye taşıması, Somali'nin yeniden yapılandırılması için düzenlenen İstanbul toplantıları ve en son imza atılan Ankara Deklarasyonu, Türkiye'nin Somali'ye kalıcı çözüm bulma konusunda kararlı olduğunu göstermektedir.
Afrika jeopolitiğinin dinamikleri
Tüm bu gelişmelere rağmen, Türkiye'nin başarısı için bölgesel dengeleri iyi anlamak ve ona göre siyaset üretmek ciddi önem taşımaktadır. 1992'deki BM barış gücünün başarısızlığının en temel sebeplerinden birisi Doğu Afrika'daki tarihi, siyasi ve jeopolitik dengelerin dikkate alınmamasıdır. Bu açıdan bugünkü gelişmeleri sağlıklı analiz etmek için tarih boyunca Doğu Afrika'daki bölgesel dengenin siyasi ve jeopolitik olarak sağlandığı iki hattı iyi anlamak ve yeniden inşa etmek gerekmektedir. Bunlardan ana denge hattını Etiyopya-Somali, yan hattı ise Kenya-Sudan sağlamıştır.
Türkiye, ilk başlarda daha çok insanı yardım söylemi üzerine oturduğu için bu dengeleri göz ardı ediyordu. Bu dengelerin var olduğu dönemlerde Cibuti, Burundi, Uganda ve sonrasında bağımsız olan Eritre bu dengeler çerçevesinde hareket etmişler ve Nil olmak üzere temel su paylaşımı bu denge üzerinden yürümüştür. Aşağı Nil'i kontrol eden Mısır ise bu dengelerin bozulmadığı bir dönemde hep kendisini rahat hissetmiş ve o dengeleri birbirine karşı oynayarak Nil kaynaklarının en fazla faydalanan devlet olmuştur. Fakat Somali'de 1991'den beri yaşanan iç çatışmalar ve siyasi istikrarsızlık yüzünden Doğu Afrika'daki ana denge Etiyopya lehine gelişmiştir.
Aynı şekilde Sudan'daki Darfur sorunu ve bölünmesi sonrasında yan dengenin Sudan unsuru da oyun dışı kalmış ve özellikle Eritre ile çatışmada üstünlüğünü kabul ettiren Etiyopya'ya geniş bir hareket alanı doğmuştur. Bunun en bariz yansıması, Etiyopya'nın kendi öncülük ettiği yeni bir Nil Havzası Anlaşmasıyla daha fazla pay istemesi ve Mısır'ın payının azalmasını talep etmesidir.
Yıllardır Afrika'yı ihmal eden Mısır bölgesel dengenin tamamıyla Etiyopya lehine geliştiğinin farkına varmış ve devrim sonrası diplomasisinin neredeyse yarısını Nil sorunu ve Etiyopya ile ilişkiler üzerine ayırmaktadır. Mısır'ın yeniden bölgesel siyasete dönmeye çalıştığı bir dönemde hem bölgesel dengeler hem de bölgede ekonomik kalkınma ve siyasi istikrar için atılması gereken en temel adım Somali sorununa el atmaktır. Güneyin bağımsızlığı sonrası Sudan'da iç dengelerin önceki yıllara göre yerine oturmaya başladığı düşünülürse, Türkiye'nin öncülüğünde gerek BM'de gerekse uluslararası toplumun da aktif katılımıyla Somali'ye barış getirme sürecini iyi değerlendirmek gerekir.
Bu çerçevede Türkiye'nin Somali politikasını bu dengeleri yeninden inşa etmek üzerine yoğunlaştırması ve bu çerçevede diğer adımları atması Amerika dâhil bazı batılı ülkeleri rahatsız edecek olsa da, ancak o zaman kalıcı barışın gelmesine yardımcı olabilir. Mısır, Mart ayında 20 yıl sonra Somali'de elçilik açmış olup Doğu Afrika politikasını yeniden gözden geçirmektedir. Türkiye iki yıl sonra entegre bir stratejiyle bölgeye bakmaktadır. Hem Somali'nin iç siyasetinde hem de Etiyopya, Eritre, Sudan, Güney Sudan ilişkilerinde bu ülkeler arasındaki gerilimi azaltmaya çalışan bir diplomasi yürüten Ankara, Eritre'de de bu yıl büyükelçilik açma niyetindedir. Böylece bütün Afrika Boynuzunda her ülkede büyükelçiliği olan tek ülke olacak olan Türkiye, bölgesel dinamikleri yeniden yapılandırma konusunda daha etkin bir oynamalıdır.