Ocak ayından itibaren dünya gündeminin bir numaralı konusu olan koronavirüs uzunca bir süre daha gündemdeki bu yerini koruyacağa benziyor. Eğitimden sağlığa ekonomiden devletler arası ilişkilere kadar her alanı domine eden koronavirüse karşı mücadelede hangi strateji ve yöntemlerin daha olumlu sonuç vereceği sürecin başından itibaren en çok tartışılan konulardan birisi. Bastırma ve yatıştırma stratejileri şeklinde karşımıza çıkan iki temel strateji, ülkelerin virüse karşı mücadeledeki başarılarının temel belirleyicisi olacak.
Mevcut durumda virüse karşı daha katı tedbirler alınmasını ve etkin bir mücadeleyi öngören bastırma stratejisi, özellikle virüsün yayılım hızını önemli ölçüde yavaşlatması açısından yatıştırma stratejisine göre daha başarılı sonuçlar veriyor. Virüsle enfekte olan bireylerin ve yakın çevrelerinin karantina altına alınmasını gerektiren bu strateji, sosyal hareketliliği kısıtlama ve izolasyon hususlarında çok katı tedbirler alınmasını zorunlu kılıyor. Vaka tespitinde geçerliliği artırmak amacıyla rastgele örneklem seçme yoluyla İzlanda örneğinde olduğu gibi genel nüfusun içerisindeki enfekte birey oranı da tespit edilmeye çalışılıyor.
Fakat bu yöntemin de uygulanabilirlik açısından çeşitli sorunları bulunuyor. Çin uygulamasında da görüldüğü gibi bu strateji bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin virüsle mücadele kapsamında askıya alınmasını da gerektirebiliyor. Ayrıca her ne kadar bastırma stratejisi virüse karşı mücadelede mevcut durumda en etkili strateji olsa da sosyo-ekonomik etkileri açısından sağlık hizmetleri altyapısı ve ekonomik koşulları elverişli olmayan ülkeler için sürdürülebilir görünmüyor.
Bastırma stratejisi ekonomik açıdan sürdürülebilir olmadığı durumlarda ise daha çok yatıştırma stratejisi izleniyor. Bu stratejinin izlenmesinde temel amaç, ilk aşamada daha çok virüse karşı en riskli grupta bulunanların korunması ve virüsün yayılımının uzun vadeye yayılması. Özellikle İngiltere ve İsveç tarafından izlenen bu strateji, virüse karşı daha gevşek tedbirler alarak sürü bağışıklığı yöntemiyle toplumun uzun vadede virüse karşı bağışıklık geliştirmesini öngörüyor.
Yatıştırma stratejisinin en önemli tehlikesi, virüsün yayılımını kontrol edilemez aşamaya getirme ihtimali. Bu sebeple yatıştırma stratejisini izleyen bir ülkenin ilerleyen aşamalarda bastırma stratejisini çok sert bir biçimde uygulasa bile virüsün yayılımını kontrol edemeyeceği söyleniyor. Virüsün ilk aşamasında bastırma stratejisinin uygulanması zaruri görülüyor ve ancak ileri aşamalarda yatıştırma stratejisinin koşullar uygun olduğu takdirde tercih edilebileceği vurgulanıyor.
Her ne kadar devletlerin virüse karşı mücadelesi çok önemli olsa da devletler kadar topluma da büyük görev düşüyor. Uzakdoğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinin virüse karşı başarılı mücadelesinde toplumsal dinamiklerin çok önemli bir payı var. Özellikle geçmiş salgın tecrübelerinin bu toplumlarda yarattığı bilinçlenme, virüsün yayılma sürecinin en başında Batı toplumları durumun ciddiyetine henüz varmamışken bu ülkelerde toplumsal düzeyde sıkı tedbirler alınmasını sağladı. Örneğin Hong Kong'da virüsün ortaya çıkışının hemen ardından bireylerin herhangi bir uyarı beklemeden kamusal alanlarda maske takmaya ve hijyen kurallarına dikkat etmeye başlaması virüsün yayılmasını engelleyen en önemli etken oldu. Güney Kore'de ise devletten herhangi bir uyarı gelmeden bireylerin self-izolasyon kurallarını sıkı bir şekilde uygulaması çok başarılı sonuçlar verdi. Bu sebeple devletlerin süreçte takip edeceği stratejiler kadar toplumsal bilinçlenmenin de virüse karşı mücadelede ne kadar önemli olduğunu unutmamalıyız.
Not: Bu konuda daha detaylı bilgi için https://setav.org/assets/uploads/2020/04/A317.pdf
linkindeki "Devletlerin Koronavirüsle Karşılaştırmalı Mücadele Stratejileri" başlıklı analizi inceleyebilirsiniz.