1934 yılında Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair alınan Bakanlar Kurulu kararı dün Danıştay tarafından oybirliği ile iptal edildi ve Ayasofya'nın Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararı yayınlandı. Seksen altı yıldır esaret altında kalan Ayasofya için sabırla beklenen muştu nihayet geldi. Mühürler söküldü, zincirler kırıldı. 15 Temmuz'da bu ülke için kıyama duran milletin uhdesinde gerçekleşen bir zaferi bu…
15 Temmuz Türk siyasetinde tarihi bir dönüm noktasıydı hiç şüphesiz. Siyaset mekanizmasını kontrol altına almaya çalışan vesayet odaklarının artık milletin egemenliğine el uzatamayacaklarını anladıkları tarihi gün olarak geçti kayıtlara. Türkiye'de artık iktidarın seçim haricindeki yöntemlerle istenildiği vakit değiştirilemeyeceği anlaşılmış oldu. Ne dışarıdan bulunan destekler halkın üstünde hükümranlık kurmaya yetecekti ne de içerideki vesayet odaklarının bir daha buna cüret etmeye mecali kalacaktı. Eski Türkiye özlemi arayan vesayetçi zihniyet ve dış destekçileri milletin sillesi ile sarsılmıştı. Milletten aldığı destekle siyaset kurumu içerde ve dışarda bağımsızlığına halel getirecek her türlü girişimin karşısında dimdik durdu.
Elbette bu sürecin dış politikaya yansıması daha fazla otonomi ve daha özerk bir dış politika olarak karşımıza çıktı. Tıpkı Mısır darbesindeki gibi 15 Temmuz gecesi kulaklarının üzerine yatan Batılı ülkelerin artık Türkiye üzerinde herhangi bir etkide bulunma ihtimalleri ortadan kalmıştı. Başta terörle mücadele olmak üzere Türkiye'nin tüm güvenlik kaygılarını görmezden gelen, FETÖ'ye göz yuman ve dış politikada Türkiye'yi sınırlandırmaya çalışan tüm aktörler karşısında Ankara'nın tutumu oldukça netti. Türkiye'nin bağımsızlığına, egemenlik haklarına, ulusal güvenliğine, hukuk devleti yapısına ve dış politika otonomisine saygı göstermeyen ve hatta saygısızlığını alenen izhar ederek pozisyon alan tüm aktörlerle eşit mesafeden konuşan Türkiye, gerek sert güç imkanlarıyla gerekse etkin diplomasisiyle gereken cevapları vermekten çekinmedi.
Uluslararası siyasetin gidişatını ve ABD başta olmak üzere küresel aktörlerin dış politika stratejilerini en iyi okuyan ülkelerden biri olan Türkiye'nin, bölgesel ve küresel siyasetin yapısında yaşanan değişim/dönüşümleri çok iyi değerlendirdiğini söylemek mümkündür. İç politikada yürütülen yerli ve milli siyasetin Türk dış politikasına yansımaları oldukça güçlü bir siyasi hedefi beraberinde getirdi. Uluslararası ve bölgesel dönüşüm sürecinde Türkiye'nin dış politika tercihleri sadece Ankara'nın belirlediği ulusal çıkarlar etrafında hayata geçirildi. Türkiye, Ortadoğu'daki güç boşluğunu kendisini sınırlandırmak için fırsat olarak görenlerin pek de hoşnut olmayacakları şekilde sınırlarının çok ötesinde kendi haklarını korumaktan imtina edilmeyeceği her fırsatta gösterildi. Bugün Libya'da ve Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi sınırlandırmak için uğraşan aktörlerin sayıları ve kapasiteleri göz önünde bulundurulduğunda aslında son dönemdeki milli dış politikanın kat ettiği mesafe daha net anlaşılabilir.
Ayasofya'nın camiye rücu ettirilmesi elbette Türkiye'nin bağımsızlığının ve egemenlik haklarının sembolü niteliğindedir. Ayasofya'nın cami olarak yeniden açılmasına gösterilecek saygı aynı zamanda Türkiye'nin istiklaline gösterilecek bir saygıdır. Bu sebeple Türkiye'nin yeni uluslararası konumuna hızlıca alışabilen aktörler Ankara ile işbirliğine çok kolay adapte olabileceklerdir. Uluslararası toplumdan, küresel güçlerden veyahut bazı Arap ülkelerinden bile gelebilecek eleştirilerin, baskıların ve olası diplomatik inisiyatiflerin irapta mahalli yoktur. Ayasofya'nın mühürleri bu milletin gözyaşlarıyla, şahadet kanlarıyla ve liderinin cesaretiyle sökülmüştür. Sultan Fatih'in mülkü Sultan'ın vakfettiği üzere cami olarak yaşayacaktır.
24 Temmuz'da Cuma namazıyla birlikte ibadete açılacak olan Ayasofya'nın, sadece Türkiye değil İslam dünyası için yeni müjdelerin habercisi olacağı muhakkaktır. Tahakküm altında hürriyetinden yoksun bırakılmış tüm mahzun coğrafyaların diriliş umudu da…