Türkiye'nin önümüzdeki dönemde milli güvenliğini ve ulusal çıkarlarını doğrudan etkileyecek belli alanların olduğu söylenebilir. Bu stratejik alanları Fırat'ın doğusu (Irak'ı içerecek şekilde İran sınırına kadar uzanan bölge kastedilmektedir), Akdeniz'in doğusu ve Libya'nın doğusu olarak sıralamak mümkündür. Son dönemde tüm bu alanlarda Türkiye'nin askeri ve diplomatik olarak varlığını güçlü bir şekilde hissettirdiği açıktır. Türk dış politikası son yıllarda bölgede istikrarsızlık üreten ve doğrudan ülkemizi ilgilendiren başlıkları oldukça dinamik bir tempoyla takip etmektedir. Neredeyse her yıl sorunlu birçok alanda çözüm üretmek artık sıradanlaşan mesailer olarak karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz bu krizlerin her birinden ciddi tecrübeler edinen ve bir sonrakine daha hazırlıklı yaklaşan Türkiye'nin uluslararası siyasetin gidişatını en iyi değerlendiren aktörlerin başında geldiğini söylemek mümkündür
Fırat'ın doğusunun önümüzdeki dönemde Türkiye'nin ulusal güvenliğini ilgilendiren en kritik alanlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Bölgenin PKK için yaşam alanı olarak kalmasını isteyen terör örgütüne ve de hamilerine Barış Pınarı Harekatı ile ciddi darbe vuran Türkiye için bu alandaki tehdit henüz ortadan kalkmamıştır. Keza Irak'ın kuzeyindeki PKK varlığı da Türkiye'nin terörle mücadelesinin sürdüğü bir bölge ve hafta içinde Pençe-Kartal ile Pençe-Kaplan harekatları gerçekleştirilerek terör örgütüne sınır ötesinde artık rahat edemeyeceği gösterilmiştir. Elbette Türkiye'nin terörle mücadele stratejisi çerçevesinde ve askeri kapasitesinin sunduğu imkanlar sayesinde PKK terör örgütünün Suriye ve Irak'ta artık eskisi gibi kolay hareket edebileceği bir saha bulması olanaksızdır. Özellikle kısa vadede terörle mücadele açısından Suriye topraklarında kalan PKK varlığının tamamen elimine edilmesi elzemdir.
Doğu Akdeniz meselesi ise Türkiye'nin oldubitti ile kendisine karşı gerçekleştirilmeye çalışılan kaynak paylaşımına asla müsaade etmemesi gereken bir alan olarak belirmektedir. Türkiye'yi bir kenara iterek hiçbir gerçekliği bulunmayan haritalar üzerinden bölgedeki haklarını ihlal etmeye yeltenen aktörlerin karşısında kararlı tutum sergilemesi oldukça önemlidir. Bir taraftan fırkateynler eşliğinde sondaj çalışmalarına devam eden Türkiye diğer taraftan deniz ve hava kuvvetlerinin müşterek icra ettikleri açık deniz eğitimi ile Doğu Akdeniz'de hesabı bulunan tüm ülkelere kararlılığını göstermiştir. Bu kararlılık sayesinde Türkiye uluslararası hukuka uygun bir şekilde Doğu Akdeniz'deki ekonomik ve siyasi haklarından asla vazgeçmediğini ortaya koymuştur. Libya ile imzalanan stratejik "deniz yetki alanlarının sınırlandırılması" anlaşması bu bağlamda tam olarak oyun bozucu bir niteliğe sahiptir. Bu anlaşma açık bir şekilde göstermiştir ki Doğu Akdeniz Türkiye'nin hakları görmezden gelinerek adım atılacak bir alan değildir.
Libya'nın doğusu ilerleyen günlerde daha yoğun bir şekilde gündeme gelecek bir diğer önemli alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye'nin Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) verdiği askeri danışmanlık desteği sayesinde Libya'daki tüm parametreler altüst olmuş ve darbeci Hafter güçlerine yönelik başarılı operasyonlarla Sirte'ye kadar alan temizliği yapılmıştır. Libya'da –karşısındaki geniş koalisyona rağmen– stratejik düzlemde kazanımlar elde eden Türkiye'nin birçok Avrupa ve Ortadoğu başkentinde paniğe yol açtığına şüphe yok. Libya'da askeri açıdan eli güçlenen UMH'ye gerçekleştirilen üst düzey diplomatik ziyaret ise Türkiye'nin Libya'daki konumunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bununla birlikte halihazırda darbeci Hafter güçlerinin elinde olan Sirte ve doğusuna yönelik atılacak adımlar Türkiye'nin Ortadoğu politikası açısından belirleyici bir süreç olacaktır. O halde Türkiye'nin bu alanlarda diplomatik, ekonomik ve askeri parametreler göz önünde tutulduğunda stratejik tercihleri ne olmalıdır?
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki Fırat'ın doğusu terörle mücadele açısından ABD veya Rusya ile ne tür angajman olursa olsun geri adım atılması söz konusu olmayacak bir alandır.
Doğu Akdeniz ve Libya'da ise diplomatik açıdan Türkiye'nin karşısında geniş bir cephe olduğu düşünülebilir. Suriye, Akdeniz ve Libya meselelerinde Türkiye'nin karşısında birçok aktör mevcuttur: BAE, İsrail, Suudi Arabistan, Fransa, Mısır, ABD ve Rusya. Ancak sahada askeri avantaj elde eden Türkiye'ye karşı bu ülkelerin diplomatik olarak kullanabilecekleri imkanların oldukça sınırlı olduğunu vurgulamak gerekir. Zira diplomatik zeminde atılacak adımların Türkiye üzerinde veya ilgili bölgede sonuç üretebilecek bir zemini bulunmamaktadır. Mısır'da gerçekleştirilen zirve nasıl ölü doğmuşsa benzeri gerçekçi olmayan diplomatik girişimler de aynı akıbetle karşılaşacaktır.
Ekonomik açıdan bakıldığında Covid-19 pandemisi ile dünya ekonomisinin sarsıldığı konjonktürde Türkiye'nin farklı coğrafyalarda askeri olarak yer alması ve operasyonlar yapması elbette birtakım maliyetler üretmektedir. Ancak bu maliyetler ulusal güvenlik söz konusu olduğunda ikinci planda kalmaktadır. Üstelik tüm bu alanlar Arap isyanları öncesi dönemde Türk ekonomisi için ciddi potansiyeller barındırmaktaydı ve sağlanacak istikrar sonrasında Türkiye'nin bu potansiyeli tekrar yakalama şansı yüksektir. Terörün engel oluşturamayacağı bir Irak ve Suriye, Libya'daki yatırımların kaldığı yerden devam etmesi ve ikili dış ticaretin hızlanması ve elbette Doğu Akdeniz'deki enerji kaynaklarının ekonomik değeri Türkiye'nin üstlendiği maliyetler karşısında oldukça önemli potansiyeller barındırmaktadır.
Türkiye'nin bu üç alanda askeri açıdan hamlelerini yaptığını, bundan sonrası için Fırat'ın doğusunda teröre karşı aynı kararlılığı devam ettirirken Doğu Akdeniz ve Libya'da ise muhataplarının hamlelerini gözetleyeceğini söylemek mümkündür. Eğer Akdeniz'de Türkiye'nin egemenlik haklarına dair adil çözümü kabul edilir ve Libya'da darbeci Hafter'in saf dışı bırakılıp meşru hükümet üzerinden sonuç üretilmesi gibi rasyonel adımlar atılırsa Ankara'nın diplomatik düzlemde gereken kolaylığı göstereceği söylenebilir. Buna mukabil Türkiye'nin varlık gösterdiği alanlar üzerinde doğrudan veya dolaylı bir şekilde askeri seçeneklerin kullanılması gibi bir durum ortaya çıkarsa Ankara'nın zaten bu seçeneği her zaman masada tuttuğu tüm tarafların malumudur.
Neticede Türkiye ulusal güvenliğini ve çıkarlarını korumak adına bu üç alanda halihazırda belli bir aşamaya gelmiştir ve karşısındaki aktörlerin hamlelerine hazırlanmaktadır. Her halükarda Türkiye'nin önünde geniş fırsatlar olduğu da açıktır. Bundan sonraki sürecin nasıl şekilleneceği büyük oranda diğer ülkelerin kullanacağı seçenekler etrafında gelişecektir. Çözüm yerine çatışma isteyen güçler için Türkiye'nin cevabı ise "Hazır, Daima Hazır!"